Amerika Birleşik Devletleri bir yandan komünist ideolojinin Avrupa’da yeni yandaşlar bulmasını önlemeye çalışırken bir yandan da başka yerlerde karşılaşılan sorunlarla uğraşıyordu. Amerikalılar, Çin’de Mao Zedong’un ve komünist partinin sağladığı ilerlemeleri kuşkuyla izliyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya ile savaşılırken, Chiang Kai-shek yönetimindeki Milliyetçi hükümet ile komünist güçler arasında da bir iç savaş sürüyordu. Chiang savaş zamanındaki müttefiklerden biriydi; fakat, umutsuz bir biçimde yetersiz kalan ve yolsuzluklara bulaşmış olan bir hükümeti Amerikan desteği bile ayakta tutamıyordu. Komünist güçler en sonunda 1949 yılında yönetimi ele geçirdiler. Mao, yeni rejiminin Amerikan “emperyalizmi” karşısında Sovyetler Birliği’ni destekleyeceğini açıklayınca, komünizm en azından Asya’da engellenemez bir biçimde yayılıyormuş gibi göründü.
Kore Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri’yle Çin arasında silahlı çatışmalar oldu. Müttefikler İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Kore’yi Japonya’dan kurtarınca ülkeyi 38. enlem boyunca ikiye bölmüşlerdi. Japonya 38. enlemin kuzeyinde Sovyetler Birliği’ne, güneyinde ise Amerika Birleşik Devletleri’ne teslim oldu. Başlangıçta sırf askeri kolaylık sağlar düşüncesiyle çizilmiş olan ayırım çizgisi, Soğuk Savaş gerilimleri tırmandıkça daha kalıcı hale geldi. Her iki büyük güç te kendi işgal bölgelerinde birer hükümet kurdurdular ve onları işgal bittikten sonra bile desteklemeyi sürdürdüler.
Kuzey Kore birlikleri Haziran 1950’de 38. enlemi aşıp güneye saldırdılar ve Seul’ü ele geçirdiler. Kuzey Korelileri Sovyetler Birliği’nin küresel çatışmadaki piyonları olarak algılayan Truman, Amerikan birliklerini hazırola geçirdi ve General Douglas MacArthur’un Kore’ye gitmesini emretti. Amerika Birleşik Devletleri bu sırada, Kuzey Kore’yi saldırgan olarak niteleyen bir Birleşmiş Milletler kararı çıkartmayı başardı. (Güvenlik Konseyi’nde alınacak her kararı vetosuyla engelleyebilecek olan Sovyetler Birliği, o günlerde, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kabulünü reddeden Birleşmiş Milletler kararını protesto amacıyla toplantılara katılmıyordu.)
Savaş bir o yönde bir bu yönde gelişti. A.B.D. ve Kore birlikleri başlangıçta Pusan kenti çevresinde dar bir bölgeye sıkışıncaya kadar güneye itildiler. Seul’ün liman kenti Inchon’a yapılan cüretkar bir çıkarma sonunda Kuzey Kore birlikleri püskürtüldü; fakat, çatışmalar kendi sınırına yaklaşınca Çin de savaşa katıldı ve Yalu Nehri’nin güneyine büyük güçler gönderdi. Çoğunluğunu Amerikalıların oluşturduğu Birleşmiş Milletler birlikleri yoğun çatışmalardan sonra yine gerilediler ve ardından da yavaş yavaş toparlanıp çarpışarak 38. enleme kadar ilerlediler.
MacArthur, askerlerin sivillerin kontrolünde olduğu ilkesini ihlal ederek, Çin’in bombalanması ve Chiang Kai-shek’in Milliyetçi Çin birliklerinin kıta Çini’ni işgaline izin verilmesi için halk desteği sağlamak amacıyla harekete geçince, Truman onu emirlere itaatsizlikle suçlayıp görevden aldı ve yerine General Matthew Ridgeway’ı atadı. Soğuk Savaşta kazanılabilecek ya da yitirilebilecek olanlar çok büyüktü; buna karşılık hükümetin sınırlı bir çatışma sürdürme çabası pek çok Amerikalıyı düş kırıklığına uğratıyor ve neden ihtiyatlı davranıldığını anlayamıyorlardı. Truman’a karşı halk desteği yüzde 24’e düştü; bu, başkanlara ilişkin kamu oyu yoklamaları yapılmasına başlanıldığından beri görülen en düşük orandı.
Ateşkes görüşmeleri Temmuz 1951’de başladı. Truman’dan sonra başkan seçilen Dwight Eisenhower’in birinci görev dönemi sırasında Temmuz 1953’te taraflar arasında anlaşmaya varıldı.
Soğuk Savaş çatışmaları Ortadoğu’da da görülüyordu. İran’daki Sovyet birlikleri 1946’da, vaad edildiğinin aksine, İngiliz ve Amerikan birlikleri çekildikten sonra bile ülkeyi terk etmeyince, petrol sağlayıcısı olarak stratejik önem taşıyan bölgenin müdahaleye açık bulunduğu ortaya çıktı. A.B.D., Moskova’nın birlik bulundurmayı sürdürmesinin Birleşmiş Milletler tarafından kınanmasını talep etti. Sovyet tanklarının bölgeye girdiğini gören Washington çatışmaya hazırlandı. A.B.D.’nin kararlı tutumu karşısında Sovyetler birliklerini geri çektiler.
Amerika Birleşik Devletleri bundan iki yıl sonra, kurulmasının 15. dakikasında yeni İsrail devletini resmen tanıdı; bu kararı, Marshall ve Dışişleri Bakanlığı’nın büyük direnmesine karşın Truman almıştı. Amerika Birleşik Devletleri bir yandan İsrail’le yakın ilişkiler geliştirirken bir yandan da İsrail’e karşı olan Arap devletleriyle dostluğunu sürdürmeye çalışıyordu.