Atasözleri ve Osmanlı Tarihi – Necip Asım

2 mins read

Atasözlerini toplamış kitaplarımız birçok açıdan faydalı bir şekilde incelenebilir: Bunlardan biri de Osmanlı tarihi açısındandır.

Zikredilen atasözlerine bakılırsa bunlardan birçoğunun bütün Türk Milleti’ne ait ve çok eski şeyler olduğu görülür.

Ahmet Vefik Paşa ve Şinasî merhumların toplayıp neşrettikleri Atalarsözü içinde beş yüzden fazla millî vezinde tek beyitler vardır ki bunların hangi şair tarafından nazmedildiği belli değildir. Bunlar çok eski zamanlarda bir veya birçok şairin ağızlara düşmüş hikmetleri, bütün milletçe hakikat kabul edilmiş sözleridir. İşte ciddi millî eserlerin millet yaşadıkça millî hafızada baki kalacağına bunlar ebedî birer abide, birer bengi taşıdır. Mesela sonradan görme türediler hakkındaki şu:

Görmemiş görmüş, görülmeden ölmüş” beyti kim bilir kaç asır önce hikmet sahibi bir şairin ağzından çıkmıştır? Bu beyit, söz konusu edilen hakikat baki kaldıkça yaşayacaktır. Fakat kimin söylediği muhtemelen hiçbir zaman bilinmeyecektir.

Gariptir ki hamasete, güzelliklere, kısacası bir gerçek ve fazilete ait olan atasözleri dilbilim noktai nazarından en eski kayıtlardır. Bunlardan mesela:

Eme (ilaç), seme yaramaz” gibi bugün bazı kelimeleri kullanılmayan ve hatta manası dahi bilinmeyenleri bile varlıklarını muhafaza etmiştir. Fakat burada maksadımız bütün atasözlerimizi bâblara, fasıllara ayırmak ve o yolda uzun incelemeler yapmak değildir.  Şayet fırsat olursa bunu sonraya bırakıyoruz. Burada ise sadece tarih açısından inceleme konusunda bir çığır açmak istiyoruz. Evet, biraz önce en eski atasözlerinin fazilete ve hamasete dair olduğunu söyledik. İşte:

Yiğit ölür, şân kalır/At ölür, meydan kalır” “Kalırsa el beğensin, ölürse yer beğensin

El ile gelen düğün, bayram” sözleri fazilet meydanında can verilerek şan kazanılacağını, herkesin başına gelen sıkıntıların düğün bayram olacağını bir erkek diliyle söylüyor. İşte bunlar milletin hamaset ve fazilet devrine aittir. Şunlar ise daha yenidir:

El için yanma nâra/Yak çubuğunu, sefanı ara”. Dikkat eder misiniz nereye gidiyoruz? Şan meydanında ölmek, kalırsa el beğenmek, ölürse yer beğenmek, umuma gelen musibetleri kocaman bir yürekle düğün, bayram saymak gibi kahramanlıklar, tevekküller ortadan kalkıyor, yerine bireysel menfaatler, miskince istirahatlar gibi adilikler geliyor. Artık o miskin kahvehanelerde çubuk üflemek öncelikli gaye oluyor. Ele acımak şöyle dursun, o musibet çubuk sefasıyla karşılanıyor. Fakat dahası da var:

Devletin malı deniz/Yemeyen onu domuz”.  Bu beyit bize devlet hazinesinin nasıl domuzcasına yenilmesi gerektiğini öğütlüyor.

Padişah yasağı üç gün sürer”. Kanundan başka bir şey olmayan yasağın hükmü üç gün sürermiş. Bu da bir şeyler söylüyor.

İşte bir anarşi devri ki, Kabakçı Mustafa gibileri hep o devrin kahramanlarıdır. En nezih bir şairimiz Gâlib Dede bile; “Çaldımsa da mirî malı çaldım!” demiyor mu? İşte Osmanlılık bu devirleri geçirdi. Şimdi gözlerimiz yenileşmeye matuftur.

Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz

SAMER

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe