Türk edebiyâtına şâir, romancı, senarist, çevirmen sıfatıyla pek çok alanda ürettiği eserlerle velûd bir yazar olarak katkı sağlamış; ayrıca cumhuriyet dönemi Türk tefekkür târihi içinde kendisine has bir millî – sol çizginin, edebiyatta ise toplumsal gerçekçilik düşüncesinin önde gelen bir temsilcisi olarak temâyüz etmiş olan Attila İlhan, Menemen’de doğmuştur. Y. Çelik’ten öğrendiğimize göre, Aslen Karslı olan dedesi Mehmed Hamdi Efendi, Anadolu’da pek çok yerde kadılık yaptıktan sonra Gürün’e yerleşmiştir. Babası Bedri Bey küçük yaşta Gürün’den ayrılıp tahsilini İstanbul’da sürdürerek bu şehirde Hukuk Mektebi’ni bitirmiş ve Dâhiliye Nezâreti’nde çalışmaya başlamış; fakat İstanbul hükûmetinin târihe intikâl etmesi ve Ankara’da yeni bir idârenin kurulması üzerine işsiz kalıp yeni hükûmete başvurduktan sonra Menemen Müdde-i Umûmîliğine tâyini çıkmıştır. İlhan, ilk öğrenimine İzmir’de başlamış; fakat babasının Konya Ilgın’a kaymakam olarak tâyin edilmesiyle eğitimini bir süre burada ve babasının tâyinleri sebebiyle Anadolu’nun muhtelif yerlerinde sürdürmüştür. İlhan’ın ilk şiiri ilkokulda yazdığı “İlkbahar” olmuştur; lâkin yayınlanacak ilk şiiri, A. Çalışkan’ın aktardığına göre, Yeni Edebiyat gazetesinin 1 Ekim 1941’de neşredilen nüshasında çıkan “Balıkçı Türküsü” olacaktır. İlk romanı ise, ortaokulda yazdığı Merih’e Seyahat adlı bilim kurgu denemesi olur ve hiç yayınlanmaz. İlk şiirlerinde Nevin Yıldız ve Beteroğlu müstearlarını kullanan İlhan, 1941’de İzmir Atatürk Lisesi’nde öğrenciyken Nâzım Hikmet’in şiirleriyle yakalanması sebebiyle tutuklanır; siyâsî şubede sorguya çekilir ve İzmir Cezâevi’nde kısa bir süre yatar; fakat bu tutukluluğun en menfi tarafı, Türkiye’nin hiçbir okulunda okuyamayacağına dâir bir tasdiknameyle “taçlanmış” olmasıdır. Danıştay’a açılan dâvâ ile okuma hakkını tekrar kazanan ve İstanbul Işık Lisesi’nde eğitimini tamamlayan İlhan, okulun son senesinde “Cebbaroğlu Mehemmed” şiiriyle CHP Şiir Armağanı ikincilik ödülünü kazanır. Aynı yarışmada birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş” şiiri kazanırken, üçüncülük Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın olmuştur. Böylece edebiyat dünyâsında adını duyuran İlhan, 1946’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolmuş, bu tahsîli esnâsında da çeşitli dergilerde şiirlerini yayınlamayı sürdürmüştür. İlhan, 1948’de, ilk şiir kitabı olan Duvar’ı yayınlar. Aynı yıl, okulun ikinci sınıfındayken Nâzım Hikmet için Paris’te düzenlenen kampanyaya katılmak üzere bu şehre gelir; fakat Türkiye’ye dönünce yüksek öğrenimini sürdürmez ve Gerçek gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Paris’e de sık sık gittiği ellili yıllarda, Yeni Sabah ve Vatan gazetelerinde sinema eleştirmenliği yapar. Bu gazetecilik faaliyetleri, 1960’larda yayın yönetmenliğini de deruhte edeceği Demokrat İzmir gazetesinde ve sonrasında başka mecrâlarda sürecektir.
Attila İlhan’ın ilk romanı, 1953’te yayınlanan Sokaktaki Adam olur. Bu romanda, kendi ifâdesiyle okurun artık bir sinema seyircisi olduğunu göz önünde bulundurarak bâzı senaryo tekniklerini kullanmıştır ki onun sonraki romanlarında da bu sinematografik unsurun hiçbir zaman kaybolmadığı görülecektir. Ayrıca içtimâî meselelere bu ilk eseriyle temâs etmeye ve Batılılaşmanın yabancılaştırdığı menfî tipleri ele almaya başlayan İlhan, 1957’de neşredeceği Zenciler Birbirine Benzemez romanında İstanbul ve Paris’in sosyalist muhiti içinde dolaşan bir kahramanın yine benzer problemleri üzerinden tezini devam ettirmiş ve 1963 – 1964’te iki bölüm hâlinde neşredilen Kurtlar Sofrası’nda yine kendi tâbiriyle “memleket koşullarını kavrayıp gerekli bileşimi yapmış olumlu tipi işlemeye” çalışmıştır. Bu romanda cemiyetin kurtuluşu için kendi çözümünü ortaya koymuştur İlhan: Yeniden Kuvâ-yı Millîye ruhuna dönmek. Onun kafasında Mustafa Kemal, tam bağımsızlık ve millî hâkimiyet esaslarına istinâd eden millî ve devrimci bir lider olarak sosyalizmin imbiğinde anlaşılabilir. Bu bağlamda ortaya koyduğu görüşleri pek çok yazısında ele alan İlhan’a nazaran ilk Türkçüler ve Türk Ocakları çevresi de solcu ve devrimcidir. Bu çizgide devâm eden fikrî tekâmülü, kendisini ömrünün son yıllarında bir Türkçü – Devrimci Diyaloğu’na taşımış, milliyetçi çizginin temsilcisi olan bâzı aydınlar tarafından bilhassa alafranga ve bobstil Batıcılığa karşı takındığı menfî, Osmanlı ve Selçuklu geçmişi ile bunlardan müdevver kültürel sermâyemize teveccüh gösteren müsbet bakışı dolayısıyla kabûl görmüş, takdîr edilmiştir. İlhan, daha sonra yazacağı ve ilki 1973’te neşredilen Bıçağın Ucu, sonuncusu vefâtından sonra, 2006’da neşredilen Gazi Paşa olan yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisinde de Sokaktaki Adam’da başladığı sosyal gerçekçiliği ve Türkiye târihinin meselelerini yüzyılın başından 27 Mayıs İhtilâli’ne kadar geçen bir zaman zarfı içinde çeşitli sınıf ve tiplerden ve çoğu gerçek karakterlerden müteşekkil insan malzemesi içerisinde ele alır.
İlhan, 1954’te Mavi dergisinde Garip akımı ve kırklı yılların şiir öncülerine ve İkinci Yenicilere yönelik sosyal gerçekçiliği ve yerliliği temel alan bir dizi eleştiri neşrederek edebiyâtımızda söz konusu dergiyle anılan hareketi başlatmıştır. Taklitçiliğe karşı çıkan özgün bir sanat anlayışıyla böylece sivrilmeye başlayan Attila İlhan’ın şiirinde en etkileyici tem aşk olmakla birlikte romanlarındaki gibi sosyal gerçekçi unsurlara da rastlanır. İştirâkiyyun’un, İttihat ve Terakki’nin o artık hiçbiri kalmamış barut öksürüklü, cebinde îdam fermânını taşıyan tiplerine bu vâdidede de karşılaşılır; ama onlar bile daha ziyâde idealize romantikliğin figürlerine dönüşmüştür ve neticede bunu amaçlamış olsun veya olmasın bir aşk şâiri olarak temâyüz etmiştir İlhan. Diğer yandan Sisler Bulvarı (1954) ve Yağmur Kaçağı (1955) gibi ilk şiir kitaplarında Fransız şiirinin etkileri (taklitleri değil) hissedilse ve bu dönemde bâzı önyargılarla eski edebiyatımızdan pek hazzetmediğini söylese de 1960’larda, C. Aksu’nun naklettiği gibi, “odasına çekilip Nedîm’in, Bâkî’nin, Şeyh Gâlib’in, Nâilî’nin şiirlerini teybe okuyup daha sonra saatlerce dinlemiş; aruzun içine, aruza rağmen yerleştirdikleri o görkemli sesi yakalamaya” çalışmış ve böylece şiirinde eski edebiyâtın kanat sesleri duyulmaya ve aradığı yerli sesi bulmaya başlamıştır. C. Aksu’ya göre şiirlerindeki değişimin ilk hissedildiği eser 1960’da neşredilen Ben Sana Mecburum’dur. 1962’de basılan Belâ Çiçeği’nde ise klâsik şiirin etkisi hissedilir. Kitaptaki “Mâhur Sevişmek” bölümü ve bir sonraki şiir kitabı olan Yasak Sevişmek (1968)’teki “Şehnaz Faslı” klâsik edebiyâtımızdan esintilerle ve “Osmanlı Kasidesi” Bâkî’nin “Kânûnî Mersiyesi”nin rediflerinden ilham almak sûretiyle yazılmıştır. Kendi ifâdesine göre şâirin bu çabaları sergilemekteki amacı, “klâsik Türk şiirinin havasını toplumsal bir içerikle bağdaştırarak verebilmek”tir. 1973’te yayınlanan Tutuklunun Günlüğü’ndeki “İncesaz” ve “Zincirleme Rubailer” başlıklı bölümler bu amaca mâtuf şiirleri içermektedir. Ayrıca kitapta, divan şiirinin kaside, rubâi, gazel gibi nazım şekilleri şiir başlıklarına da yerleşmiştir. Bundan sonraki şiir kitaplarında da Dîvân edebiyâtının etkileri hep hissedilir: 1977’de yayınlanan Böyle Bir Sevmek’te, 1982’de yayınlanan Elde Var Hüzün’deki Rubaiyat ve Serbest Gazeller bölümlerinde, 1987’de yayınlanan Korkunun Krallığı’nda ve 1993’te neşredilen Ayrılık Sevdaya Dahil’de yine Serbest Gazeller başlığı altında bu etkiyi görürüz. Son şiir kitabı Kimi Sevsem Sensin’de bu başlıklarda bölümler yer almasa da C. Aksu’nun belirttiği gibi “şiirlerindeki ses yine klasik şiirden aldığı sesi yansıtmaktadır.” Attila İlhan, edebiyâtının millî köklerden neşet eden yerli ve özgün sesini, işte bu gelenekle kurduğu bağa borçludur. Ayrıca o, çeşitli fikir yazılarında bu geleneğin yok sayılmasını, bizim klâsiklerimiz olan bu büyük birikime burun kıvırılmasını çok şiddetli bir dille eleştirmekten de geri kalmamıştır. Ayrıca o, “Yeni Türkçe’deki ‘uydurulmuş’ kelimeler; bin yıllık kelimelerimizin çağrışım gücünden mahrum olduğu için, şiirimizin ve edebiyatımızın klâsiklerini derinliği olmayan metinlere dönüştürmektedir.” diyerek sâdece bu şiirlerdeki estetik havayı değil, çoğu devrimci aydının aksine eski lûgatımızı da savunmuştur. H. Erimez’in de belirttiği gibi, “Attila İlhan kendisini ‘doğulu bir aydın’ olarak tanımlamakta, tarihine ve köklerine reddiye ile sırtını çevirenleri ise sert bir şekilde eleştirmekteydi. Attila İlhan’a göre bugünkü ulusal kültürün temeli, Selçuklu ve Osmanlı’nın bileşiminden oluşan kültür olmalıydı. Osmanlıca, liselerde okutulmalıydı. Çünkü tarihi vesikalar ve eserleri orijinal dilinden okumak, o zenginliği ve mânâ idrakini kavramayı sağlardı. İlhan, bu görüşleri dolayısıyla bazı cumhuriyetçi çevreler tarafından ‘mürtecilik’ ve ‘ümmetçilik’ ile dahi suçlanmıştı.”
Attila İlhan, salt şiir ve roman yazmamış, ayrıca pek çok senaryosu “Kartallar Yüksek Uçar”, “Yarın Artık Bugündür” gibi çok izlenen televizyon dizileri ve “Yalnızlar Rıhtımı”, “Devlerin Öfkesi”, “Şoför Nebahat” gibi sinema filmlerine çekilmiştir. Romanlarında da hâkim olan kuvvetli sinematografik özellikler, senaryo yazımı ve tekniği konusundaki başarısının bu eserlerine ustaca yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca İlhan, “Hangi” başlığı altında çeşitli konularda yazdığı yazılardan müteşekkil fikir eserleri de yayınlamıştır. 1970’te Hangi Sol’la başlayan bu dizi, Hangi Batı (1972), Hangi Sağ (1980), Hangi Atatürk (1981), Hangi Edebiyat (1993) gibi kitaplarla sürmüştür. Bunların arasına Ulusal Kültür Savaşı (1986), Aydınlar Savaşı (1991), Kadınlar Savaşı (1992) gibi sosyal meselelerimizi vuzuhla ele aldığı diğer kitapları da eklenebilir. Ölmeden önce neşredilen son romanı, Millî Mücâdele’nin en hummâlı günlerinin anlatıldığı, Aynanın İçindekiler dizisine dâhil, Allahın Süngüleri Reis Paşa (2002)’dır.
Göktürk Ömer Çakır