Kendisini aynı mahlasla yazan diğer Rûhî’lerden ayırmak için kullanılan nisbesinden de anlaşılacağı gibi Bağdatlı olan Rûhî’nin babası, Kânûnî Sultan Süleyman’ın ordularıyla Bağdat’a gelen ve Ayas Paşa’nın mâiyetinde yer alan Rumelili bir sipâhîydi. Şâir de bir dönem sipâhilik yapmış ve kendisine bir dirlik tevcih edilmiştir. Askerlikten ayrılınca serâzât ruhunu yerleştirebileceği bir coğrafya parçası aramak üzere Şam ve Hicaz’da, Anadolu şehirlerinde gezinen, İstanbul’da Galata Mevlevîhânesinde bulunan Rûhî bu seyahatlerde aradığını bulamamış görünüyor.
Kalenderâne bir hayat yaşayan, derviş gönüllü, aydın, hür düşünceli, nüktedan bir şâirdir; şiirlerinde, bilhassa ömrünün sonlarına doğru kaleme aldığı meşhûr “terkîb-i bend”inde, tenkitçi yanıyla ön plâna çıkan Rûhî, sâde, samimi, lirik bir dille yazmıştır. Kendisinden sonra –en meşhurları Ziya Paşa olmak üzere, Sünbülzâde Vehbî, Şeyh Gâlib gibi- pek çok şâir tarafından nazîre yazılan on yedi bent ve yüz otuz altı beyitlik terkîb-i bendinde 16. asır Osmanlı toplum hayatı içerisinde yer alan zengin – fakir, dilenci ve riyâkâr sofu, esrarkeş şeyh – derviş, rind –zâhid, kâmil –câhil, tâlihli – tâlihsiz, dost – düşman, tipler; şâirler, işret meclisleri, makâm sâhipleri gibi gruplar, sefâ-cefâ gibi zıt kavramlar ve bunların doğurduğu çatışmalara, toplumdan beklentisi olmayan, onun yargılarını umursamayan sert bir heccav, bir nevi Osmanlı Iuvenalis’i olarak ve tıpkı onun gibi yukarıdaki başlıkları dolduran türlü sosyal budalalara, asırlar boyu değişmemiş ve her toplumda rastlanabilecek evrensel tiplere değinmiş; bütün bu gerçek hayat numûnelerine “Ebnâ-yı zamânun talebi nâm u nişandur / Her biri tasavvurda fülân ibni fülândur” diyen bir rind gözüyle bakarak onları yerden yere vurmuş satirik bir şâirdir. Yergilerinin evrenselliğe uzanma gücü, işte ele aldığı bu tiplerden kaynaklanır. Meselâ bir mürşid gibi seccâdeye kurulduğu hâlde aslında ipini koparmış eşekten farkı olmadığını söylediği (“Taklîd ile seccâde-nişîn olmış oturmuş / Tahkîkde ammâ har-ı güsiste-‘inândur”) yalancı hodbinlerin sâdece din adamları içinde değil, cemiyet hayatının her yerinde rastlanabilecek bir tip olduğu ortadadır. Ele aldığı tüm tipler hemen hemen bu evsaftadır. Şiirinin beğenilmesinin ve ünlü şâirlerce tanzîr edilmesinin sebebi de bu olsa gerek.
Muhtemelen şiirlerinde, özellikle terkîb-i bendinde tercih ettiği sâdelik, yergisinin doğasından kaynaklanan dolaysız anlatım ihtiyâcından doğmuştur. Iuvenalis’te yer yer görülen ironi, onda yoktur. Azıcık menfaat için kendini rezil edenlere “Yazık sana kim eyleyesin hırs u tamâ‘dan / Bir habbe içün kendünü ‘âlemlere bed-nâm” diyerek, millet anca karnını doyururken zevk ü sefâ sürenlere “Dünyâ talebiyle kimisi halkun emekde / Kimi oturup zevk ile dünyâyı yemekde” diyerek de dünyâ yansa umurunda olmayacak ve kendisinden başka kimseyi dert edinmeyecek hodkâmlara lâfı dolandırmadan değinmiştir.
Göktürk Ömer Çakır