“Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.” (En’âm, 6/108)
Dünyamız, rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçe misali farklı din, inanç ve kül-türlere mensup kişi veya toplumları barındırmaktadır. Dünya üzerindeki bu farklı-lıkların yok edilmesi mümkün olmayacağına göre, barış, huzur ve insanca bir yaşam için aynı ortamı paylaşan insanların birbirlerine saygı göstermesi ve birbirlerinin farklılıklarına tahammül etmesi zorunludur.
Aramızdaki farklılıklar, düşmanlık ve huzursuzluk sebebi değil, insanlık âleminin kültürel zenginliği olarak algılanmalıdır. Bu algılama biçimi, hepimiz için bir zarurettir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de;
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (var-lığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır” (Rûm, 30/22) buyurularak, insanlar arasında söz konusu olan kültürel, sosyal ve etnik farklılıkların, Allah’ın yüceliğini gösteren deliller olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca “…Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı…” (Mâide, 5/48) âyeti de bu farklılığın yaratılış kanununun gereği olduğuna işaret etmektedir.
İslam tarihi, birlikte yaşama kültürü açısından takdire şayan örneklerle doludur. Bu örneklerin zemin bulmasında din özgürlüğünü düzenleyen ve başkalarının kutsalına saygı gösterilmesini emreden ilahi mesajların katkısı inkâr edilemez. Dinimiz, başkalarının kutsalına sözlü veya fiili her türlü saldırıyı yasaklar. Nitekim;
“Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına/kutsallarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.” (En’âm, 6/108) âyeti, bu hususu gayet açık bir şekilde dile getirmektedir. Aynı şekilde Kutlu elçilerin son nefesi Peygamberimizin, farklı din mensuplarına inanç ve ibadet özgür-lüğü tanıması hatta kendi mescidinde onların ibadetine izin vermesi
İslam’da Devlet İdaresi (trc. Kemal Kuşçu), Ankara, ty., s.484], birlikte yaşama kültürünün dinî açıdan zemin bulmasında güzel örneklerdir.
İnsanlık adına geçmişten günümüze değin bütün oluşumların odak ve ortak noktası olarak nitelendirebileceğimiz kültürün oluşmasında din/dinlerin inkâr edi-lemeyecek düzeyde katkısı vardır. Nitekim nice medeniyetlere beşiklik yapan ve bölgesel olsa da birlikte yaşama kültürü adına gurur tablolarının süslediği Anado-lu’muzun kültürel kodlarında dinin katkısı olmadığı söylenebilir mi? İlahi mesajlar-dan ilham alarak yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören Yunusuyla, herkese kapısını ve gönlünü açan Mevlanasıyla, aşk ve sevgiyi önceleyen Ahmet Yesevisiyle, eylem ve söylem bütünlüğünü öğütleyen Hacı Bektaş Velisiyle Anadolu’da gelişen dindarlık anlayışı ve hoşgörü kültürü de “öteki”lerle birlikte huzur ve barış içinde yaşanabile-ceğini göstermiştir. Şüphesiz Anadolu’daki bu tablonun oluşmasında İslam dininin insana ve barış içinde birlikte yaşamaya verdiği değer, Müslümanlara kazandırdığı öz güven ve diğer din mensuplarına tanıdığı geniş özgürlük önemli bir paya sahip-tir. Bu tarihsel birikim ve tecrübe, dinlerin, terör ve şiddetin, gerilimin, kavganın kaynağı ve sebebi olmaktan çıkarılıp ortak bir barış zemini tesis etmede kullanılması gereğini ortaya koymaktadır.
Düşünce ve ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Ayrıca bu özgürlük “başkalarının kutsalına hakareti” de içeremez. Dinimiz İslam’da Allah’a ve peygambere hakaret etmek şöyle dursun “Bir tek Allah vardır ve tahrik sonucu ona küfredilmesin diye batıl putlara bile küfretmek caiz değildir.”