Arapça, hakikat olmayan şey mânâsına gelir. Yani esassız, boş şey demektir. Tasavvuf ıstılahında Hak’dan gayrı, adem olan mâsivâ demektir. Sûfîler bâtılı inkâr etmezler. Yani batıl vakıa olarak daima vardır ve olagelmiştir, şeklinde kabul etmişlerdir. Bu sebeple yok sayılmaz, varlığı olan fakat değerlendirmeye tabi tutulduğunda olumsuz görülen bir şeydir. Sufilerden bazıları Allah’ın Hadi (hidayete erdiren), bazıları da Mudili (sapıttıran) isminin mazharı olurlar. “Eşya zıddıyla bilinir, ortaya çıkar” kuralınca, batıl, Hakk’ı bilmeye vesile olarak kabul edilir. Ebû Medyen Mağribî : “Bâtılı inkar etme, zira o bâtıl, Hakk’ın zuhuratından ba’zısıdır.” der. Ve bu sözle Hakk’ın bâtılla daha kolay bilineceğine işaret eder. Hakk’ın gayrisinin, gerçekte vücûdu yoktur. Vücûd, ancak Hakk’a mahsus olmak itibariyle bâtıl hükmünü almıştır. Muhyiddin Arabî, “bâtıl, ademdir” der.
Aks-i mir’ât-ı hakikattir nukuş-ı kâinat Hûb-ı zişti bir görür dide-i hakbînimiz Eşref Paşa
Yani: “Kâinatın nakışları, şekilleri hakikat aynasının yansımasıdır. Hakk’ı gören gözümüz, bu yüzden güzeli çirkini bir görür”.
Şair Lebîd de şöyle der: Allah’tan gayrı herşey bâtıldır Ve her nimet, şüphesiz zaildir.