“Süleyman, onun (karıncanın) bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!’ ” (Neml, 27/19)
Yüce kitabımız Kur’an sahip olduğumuz bütün nimetlerin ve elde ettiğimiz tüm başarıların Allah’ın yardımı ve lütfuyla olduğuna inanmamızı öğütlediği gibi (Kasas, 28/77; Neml, 27/40); bunları sadece kendi çalışmamız veya bilgimizle elde ettiğimize inanmamızı ve bunu övünçle söylememizi de yermektedir (Kasas, 28/78).
Bu ayet, biz müminlerin sağlam bir imanla Allah’a yönelmemiz gerektiğini, ver-diği sayısız nimetlerden dolayı O’na şükredebilmemiz, razı olacağı salih amelleri işleyebilmemiz ve salih kulları arasına girebilmemiz için sadece bizim gayretimizin yeterli olamayacağını, bunları ancak Rabbimizin başarılı kılmasıyla elde edebilece-ğimizi vurgulamaktadır.
Zira sonucu belirleyen takdir, irade ve kuvvet yalnızca Allah’a ait olduğundan, ulaşılan her başarıyı Allah’tan bilmek gerekir (Hûd, 11/88).
Başka hiçbir insana verilmeyen dünya nimetlerine mazhar olmuş bir peygamber olan Süleyman (a.s)’ın, bütün bunlardan daha çok arzuladığı üç isteği, bu ayette bizlere de “örnek hedefler” olarak sunulmaktadır.
Nimet, Rabbimiz tarafından ihsan edilen ve bizlere dünya ve âhirette yararı do-kunan maddî ve manevî tüm imkânlardır. Bunlar sayesinde varlığımızı sürdüre-bilmekte ve yerli yerince kullanarak ebedî hayatımızı kazanma imkânına da sahip olabilmekteyiz. Nimetler karşısında bize düşen görev, bu nimetleri veren Rabbimizi tanımamız, O’na ibadet ve itaat etmemiz, yani şükretmemiz, kadir/kıymetini bilme-miz ve nankörlük etmememizdir.
Süleyman (a.s)’ın bu duasından, her türlü nimetin, makam ve mülkün Allah’a ait olduğunu, bunların biz insanlara sınav için geçici bir süre verildiğini ve bunları ve-ren, hakiki nimet verici olan Allah’a bol bol şükretmemiz gerektiğini öğrenmekteyiz.
Anne-babamıza verilen nimetlerden bizler de yararlandığımız için onları da şük-rümüze katmamız gerekir.
Yüce Rabbimizin lütuf ve nimetlerini dile getirir ve O’nu översek dil ile nimet sahibinin Rabbimiz olduğuna inanırsak kalp ile şükretmiş oluruz. Verilen nimetleri O’nun çizdiği sınırlar dâhilinde, kendi cinsine göre ve yerli yerince kullanırsak da fiili şükürde bulunmuş oluruz.
Bizi yüce Rabbimize yaklaştıracak, sevdiği ve razı olduğu salih/hayırlı amelleri işlememiz de ikinci gayemiz olmalıdır. İmanımızın gereği olarak ihlas ve iyi niyetle yaptığımız, Kur’an ve Sünnete uygun olan her türlü söz, fiil ve davranışlarımız birer salih ameldir.
Yüce kitabımız Kur’an’da, peygamberlere (Bakara, 2/130) ve Rabbimizin isteklerine göre hayatını düzenleme başarısını göstermiş müminlere (Âl-i İmrân, 3/114) “sâlihler” denilmiştir.
“Sâlihler”den olabilmemizin iki temel şartı; iman edip sâlih ameller işlememiz (Ankebût, 29/9) ve Rabbimize itaat etmemizdir (Nisâ, 4/69).
Bu dua ile bize gösterilen üçüncü ve son gaye de “Müslümanca yaşamamız, imanla ölmemiz ve salih kulların arasına katılmamız”dır.
Başka bir ayette; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyor-sa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmran, 3/102) buyrulması,
Yakub (a.s)’un “Oğullarım! …ancak Müslümanlar olarak ölün” diye rek vasiyette bulunması,
Yusuf (a.s)’un “Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” (Yusuf, 12/101); diye yalvarması,
Süleyman (a.s)’ın da “…Beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.” diyerek aynı duayı tekrarlaması, bizim de bu dünyadaki hedef ve gayemizin bu ol-ması gerektiğini göstermektedir.
Öyleyse bütün gücümüzle kulluk görevlerimizi yerine getirmeye ve “Müslüman olarak ölmeye” çalışalım. Ancak bu ayette ve Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hadisle-rinde de belirtildiği gibi, Rabbimizin rahmet ve merhametine muhtaç olduğumu-zu, “Cenneti sadece amellerimizle değil, ancak O’nun fazlı ve rahmetiyle” (Buhârî, “Merdâ”, 19) kazanabileceğimizi de asla unutmayalım.