Bilimin, astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya gibi pek çok alanında düşünen, eserler veren, Batı’da Aliboron adıyla bilinen ve ünlü bilim târihçisi George Sarton’a göre dünyanın yetiştirdiği sayılı bilim insanlarından biri olan Bîrûnî, Ceyhun nehrinin aşağı kısımlarında yer alan Kâs şehrinde dünyaya gelmiştir. Milliyeti konusunda ihtilâflar olan bu büyük âlim, eserlerinden birinde Arap veya Fars olmadığını ifâde etmiştir. Hârizm bölgesinde Soğd unsurları da yer almakla birlikte o dönem bir kültür ve medeniyet lisânı olan Soğdça’nın da anadili olamayacağı, kendi anadilinin bir ilim dili olmadığı yolundaki hayıflanmasından istidlâl etmek mümkün görünmektedir. Bîrûnî ağleb-i ihtimâl Türk neslinden bir âlimdir.
Hârizmşah Afrigoğullarının himâyesinde yaşadıktan sonra Büveyhîler’in egemenliğindeki Rey’de bir süre bulunup rasat faaliyetilerini burada yürütmüş, ayrıca gittiği Buhara’da Sâmâni II. Mansur’dan da himâye görmüştür. 998’de Cürcân’da Ziyârîler hükümdârı Kâbus b. Veşmgir’in himâyesine girmiş, bunu birkaç yıl sonra Gürgenç’teki Me’munî himâyesi izlemiştir. Bütün bunlar bir yana bırakılırsa onun en şöhretli hâmisi hiç şüphesiz Gazneli Mahmud’dur. Onun Hindistan fethi Bîrûnî için yeni bir ufuk açmış, Sanskritçe’yi öğrenip Hindoloji üzerine Tahkîku mâ li’l-Hind adlı eserini telif etmesini de sağlamıştır.
Bîrûnî’nin en önemli ilmî vasfı, tecrübî bilgiye olan bağlılığı ile dogmatizmden ve taklitçilikten uzak, özgün ve katkı sağlayıp geliştirici bir anlayışla çalışmış olmasıdır. O Aristoteles felsefesinin temel kavramlarına ve metodolojisine vâkıf olmakla birlikte Aristoculuk denilen ekole angaje olmamış, hatta pek çok noktada bu anlayışa şiddetli eleştiriler de getirmiştir. Bu meyânda dönemin diğer ünlü sîmâsı İbn Sinâ ile yazışmaları, birbirlerine tevcih ettikleri sorular, kendisinin felsefî bakış açısına da ışık tutacak nitelikte kayıtlardır. İbn Sinâ’nın aksine evrenin, zamanın ve cismin hâdis yâni başlangıçlı ve sonlu birer yaratılmış olduğunu kabûl eden Bîrûnî’nin ilgi çekici bir özelliği de alternatif kâinat modellerini, yani arz merkezli değil güneş merkezli bir sistem anlayışını da mümkün görmesidir. Kendisi arz merkezli anlayışı kabûl etmekle birlikte, bu kabûle asla bir dogmaya bağlanma mecbûriyetiyle değil yaptığı ilmî incelemelerle, çeşitli fizik fenomenlerini hesaplamanın zorluğunu belirterek, kısacası nesnel bir değerlendirmeyle ulaşmıştır.
Bîrûnî salt astronomi konusunda değil, astroloji hakkında da pek çok teknik bilgiye sâhipti. Bununla birlikte göklerin arz üzerindeki fizikî tesirlerini kabûl etmesine rağmen horoskobik değerlendirmelere, ayrıca simyâ gibi uğraşlara da karşıdır ve bunları ilmin alanından çıkıp sihir, fal ve efsun alanına girmek olarak görür. Onun gözlem ve deneyi matematik yoluya açıklayıcı ilmî metodolojisi, kendisini bir Ortaçağ âliminin çok daha ötesine konumlandırmamızı, belki modern bir bilim insanı tipine yakın görmemizi gerektirecek denli kuvvetlidir. Son derece tenkidî bir kafa yapısına sâhip olan Bîrûnî, Ebû Bekir er-Râzî’nin kırk yıl boyunca aradığı Aristoculuk aleyhtârı kitabını da birçok bölümüyle eleştirmekten içtinâb etmemiştir. Kendisinin felsefeye karşı olduğu düşünülmemelidir. Bilakis o, her tabibin aynı zamanda filozof olması gerektiğini belirttiği gibi bir ihtisâs sâhiplerinin bütün ilimlerin genel ilkelerine vâkıf birer filozof olmaları gerektiğini de ifâde etmiştir. Bu, şüphesiz onun ansiklopedist olmasından kaynaklanan önemli bir düşüncedir.
Objektif değerlendirme konusunda tâvizsiz tavrı, geniş araştırma ufku ve gayretiyle Bîrûnî dine, akla, tecrübî bilgi yâni gözleme dayanarak üreten büyük kafasıyla şüphe yok ki Türk – İslâm düşünce ve ilim târihinin en parlak sîmâlarının başında gelmektedir.
Göktürk Ömer Çakır