Arapça. Ululuk, büyüklük, azamet. Bir şeyin celîl olması, onun büyümesidir. “Merhamet gözünde büyüdü”, ifadesi, bu kabildendir. Allah’ın Celâli ise, O’nun ululuğudur. Kuşeyrî’ye göre, Celîl, yücelik ve ululukla ilgili sıfatlara hak kazanan demektir. Celâl, kahr sıfatıdır. Selbî sıfatlara da ıtlak olunur. Meselâ, Allah’ın cism, cismânî, cevher ve araz olmaması gibi. İşte Allah’ın, bunlar ve benzerleri noksan sıfatlardan yüce olması, Celâl’in manaları içinde yer alır. Abdülkerim Cîlî, Allah’ın sıfat ve isimlerinde ortaya çıkması suretiyle olan zâtından ibarettir, der. Bu icmal (özet) olanıdır. Tafsil üzere olan celâl ise, şeref, azamet, övme ve kibriya sıfatından ibarettir. Cenab-ı Allah’ın lütuf ile tecellîsine “Cemal” dendiği gibi, bunun mukabili olarak kahr ile tecellîsine de “Celâl” denir. Celâl kelimesi bir insan için kullanıldığında, bir tür öfke manası taşır: “Mehmet celâllî bir zat idi, Allah ona rahmet etsin!”. Bu cümledeki celalli kelimesi gazab ve öfkeliliği bildirir. Mutasavvıflara göre, “mutlak ve vahdet” olmadıkça, celâline nüfuzunun imkanı yoktur. Vahdet-i Mutlaka’da bütün esma ve sıfat, nisbetler ve itibârlar, “tevhîd, izafetlerin düşürülmesidir” gereğince mahvolacağı cihetle, “Hakk’ı Hak’tan başkası göremez” denmiştir. Celâl, Allah’ın mânevi kahrına da denir ki, bu şekilde “gayriyyet”i ortadan kaldıracağı için celâl, cemâlin aynıdır. Mehmed Akif Ersoy bu hususta şunları söyler:
Her an ediyorsun bizi makhûr-i Celâlin
Kurban olayım yok mu tecellî-i Cemâlin.
Celâlin ortaya çıkışı, mahv ve gaybeti gerektirir. Cemalin ortaya çıkışı da, sahv ve kurbü icâbettirir. Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî, Celâl sahibinin ceberut sıfatlarından biriyle muttasıf olduğu ve Allah’ın da bu sıfat ile sıfatlandığı kanaatindedir. Celâl sahibi, yine ona göre, kahr ve galebe sahibidir.