Osmanlının cihan şumul bir devlet haline gelişi şüphesiz büyük bir devlet ve bürokrasi birkiminin sonucuydu. Bu sebepledir ki Osmanlı yönetimi başta saray olmak üzere bütün bürokrasisi ve kurumlarıyla beraber merkezden taşraya kadar muazzam bir sistem kurmuşlardır. Merkezi yönetimin varlığı ve gücü imparatorluk coğrafyasının bütün bölgelerinde aynı şekilde hissedilmekteydi. Saray, başkentten ülkenin her yerini muazzam bir devletçilik örneği ile yönetiyordu. Kurumsallaştırdığı merkez ve taşra teşkilatları ile bu sistemi başarılı bir şekilde uygulamaktaydı.
Osmanlının devlet sisteminin başarılı işleyişi sadece bürokratik kurumlarla değil aynı zamanda medrese ve medreselerde yetiştirilen talebeler ile de südürülmekteydi. Osmanlı medreseleri bütün fonksiyonlarını en iyi şekilde icra etmekte ve muazzam bir eğitim geleneği oluşturmaktaydı. Osmanlı medreselerinde verilen eğitim, yapılan ilim, en başta halk için halkın yararı gözetilerek yapılırdı. Medreselerde eğitim alan talebeler halkın ihtiyaçlarını karşılamak için her daim hazır ve nazır bulunurlardı. Bu sebeple Osmanlı Medreselerinde eğitim gören talebeler üç aylar diye bilinen Receb, Şaban ve Ramazan aylarında büyük bir gaye ile ülkenin muhtelif bölgelerine dağılırlar ve buralarda halka eğitim verirler, halkın sorularını cevaplar ve müşkülleri çözerlerdi. Osmanlı medreselerindeki bu sisteme “Cerre Çıkma” denilmekteydi.
Medreselerde uzun yıllar eğitim alan talebeler aldıkları eğitimin pratik yönlerini uygulamak, halkın sorularını cevaplandırmak ve 3 ay gibi bir süre de olsa köy ve kasabalardaki insanları eğitmek için cerre çıkarlardı. Tabiri caiz ise staj görürlerdi.
Üç aylarda medreselerin tatil olması ile birlikte medrese talebeleri bu üç aylık süre zarfında “irşad ve tecdid” gayesi ile memleketlerine gitmek yerine Anadolu’nun küçük köy ve kasabalarında dağılırlardı. Başta İstanbul gibi büyük şehirlerde eğitim gören talebeler bu dönemde küçük yerleşim yerlerine giderek dînî ve ilmî konu ve meseleler ile beldelerde yaşayan halkın eğitiyorlardı. Böylelikle eğitim imkanı olmayan kentli ve köylüler eğitiliyor, merkez ve taşra arasındaki eğitim ve kültür farkı bir nebze de olsun ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu.
Üç aylar yaklaşırken cerre çıkmak isteyen talebeler, durumlarını müderrise bildirirler, müderris de içlerinde liyâkatlı olanları seçer ve onlara birer ilmühaber verirdi. Talebeler müderrislerinden aldıkları ilmühaber ile Bâb-ı Meşihat’ta talebe işleriyle uğraşan zâta mürâcaat ederek, gerekli vesikalar ile gidecekleri bölgelerin müftülerine hitâben yazılmış tavsiye mektuplarını alarak yola çıkarlardı. Cerr için bazı talebeler ailesinin yaşadığı köylere de gönderilebilirdi. Böylelikle hem aile hasreti giderilmiş olur hem de talebenin yetiştiği muhite eğitim vermesi sağlanarak vefası gösterilmiş olurdu.
Talebeler ülkenin bütün her yerine dağılırlardı. Başta İstanbul, Anadolu ve Rumeli olmak üzere Suriye ve Yemen’e dâhi cerre giden talebelerin varlığı bilinmektedir. Cerre çıkacak softa ve mollaların yol masrafları ve yol boyunca yiyecek-içecek ihtiyaçları bizzat pâdişah tarafından Hazine-i Hassa’dan karşılanırdı. Bu yardım Meşihat Makâmı’na gönderilir ve talebelere dağıtırdı. Talebelerin gittikleri bölge halkının ekonomik durumu göz önünde bulundurulur, eğer ekonomik durumu iyi olmayan bölgelere giden talebeler olursa ve halk tarafından fazla yardım görmezse bizzat devlet talebeye ihsanda bulunurdu. Böylelikle adalet sağlanmış olurdu.
Talebeler aldıkları evrakı gittikleri muhit vilayet ya da sancak ise müftüye, kaza ise kaymakama verirlerdi. Yapılan işlemlerin ardından görevlendirildikleri câmilerde vaaz ve derslere başlarlardı. Genellikle üç ay boyunca imam ve müezzin odalarında kalırlardı. Bu süreçte yemek ihtiyaçları için gittikleri bölgenin ayan ve eşrafı tarafından nöbetleşe iftar yemeğe davet edilirlerdi. Yemeklerden sonra da namaz kıldırır, Kur’an-ı Kerim okur ve dini-ilmi sohbet yaparlardı.
Molla veya softa denilen bu talebeler gittikleri bölgelerin halkına dînî öğütler verir, halkın dînî ve dünyevî alanlardaki sorunlarını çözerler, gittikleri yerlerde terâvih namazı kıldırırlar, Kur`ân-ı Kerîm okurlardı. Temel dini eğitimlerin dışında medreselerde aldıkları eğitimin neticesinde muhtelif her konuda yöre halkı eğitir ve aydınlatmaya çalışırlardı. Bu süreçte merkezden taşraya giden talebeler olduğu gibi taşradaki medreselerden merkeze, özellikle de İstanbul’a gelen talebeler de olurdu. Bu şekilde hem kültür kaynaşması sağlanırdı, hem de farklı medreselerden ve farklı hocalardan alınan eğitimin mukayesi yapılırdı.
Köylüler ise aldıkları eğitimin bir karşılığı olarak ve talebelerin iyiliklerine mukâbil maddî imkânları nispetinde yardımda bulunur, softaların ihtiyaçlarını karşılarlardı. Talebeler de böylelikle medrese eğitimi için gerekli olan maddi birikimi elde ederlerdi. Öyle ki üç aylar boyunca halkın verdiği destek sayesinde medreseye döndükleri vakit bir senelik maddi ihtiyaçlarını karşılayacak birikimi elde etmiş olurlardı. Halk üç aylar sonunda talebelere sadece maddi yardımda bulunmaz, talebeler için giyecek ve yiyecek yardımı da yaparlardı. Halkın yaptığı bu yardımlara “cerr” adı verilirdi.
Zaman içerisinde bu sistemi suistimal eden kişilerde çıkmış, halkın ilme ve eğitime olan samimiyeti kullanılarak maddi ve ayni yardım toplanmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda 18. yüzyıldan sonra medreselerde ve eğitim sisteminde başlayan bozulmalar neticesinde cerre çıkan talebeler istenen veriimi vermemiş ve şikayetler baş göstermeye başlamıştır. Nitekim 19. yüzyılda Ahmet Cevdet Paşa da Dârül-Muallimîn müdürlüğü sırasında talebelerin ödeneğini arttırmış ve cerre çıkma usulünü kaldırmıştır.
Cerre çıkma usulü son dönemlerinde suistimal edilmiş olsa da Osmanlı medeniyetinin devlet ve halk merkezli insaniyet anlayışının önemli bir kanıtı olmuştur. Osmanlı merkezi bürokrasisi hem medreselerden azami ölçüde faydalanmış, hem de ülkesinin bütün bölgelerinde halkın iyi ve nitelikli bir eğitim almasını sağlamıştır. Halk ve medrese arasında bir uyum sağlanmış, talebelerin de kendilerini tecrübi ve pratik olarak yetiştirmeleri için imkan tanınmıştır.