Arapça’dan Türkçemize geçmiş bir kelime olup arazın zıddıdır, kıymetli taş anlamına gelir. Harici aynlarda bulunduğu sırada, mevzuda olmayan bir mahiyyettir, mevzunun mukavvemlere ihtiyacı yoktur. Heyula, suret, cisim, nefis, akıl olmak üzere beşe ayrılır. Çünkü cevher ya mücerrettir ya da mücerret değildir. Mücerret olan, bedene ya tedbir ve tasarrufla bağlıdır veya bağlı değildir. Bağlı olan akıl, bağlı olmayan nefistir. Mücerret olmayan da, ya mürekkeb (bileşik halde) dir veya değildir. Mürekkeb (bileşik) olan cisimdir.Mürekkeb (bileşik) olmayan, ya hal’dir, ya da mahaldir. Hal olan suret, mahal olan ise heyûla’dır. Cevhere ait hakikate, tasavvuf tabirince “nefes-i Rahmanî” denir. Küllî heyula ile ondan taayyün ederek (belirerek) mevcudat (varlıklar)’dan bir mevcûd (varlık) şekline girişine de “İlâhî kelimeler” (kelimat-ı ilâhiyye) denir. Kehf suresinin son ayetindeki “kelimâtü Rabbî” ifadesi ile anlatılmak istenen işte bu “kelimât-ilâhiyye” dir. Cevher , ruhanî ve cismanî basitlik şeklinde ikiye ayrıldığı gibi, dış âlemde olmayıp da, akılda (zihnî planda) mürekkeb (bileşik) olana, yahut hem akılda, hem de dış alemde mürekkeb olana ayrılır ve bunları da içine alır: Basit ruhanî akıllar ve mücerred (soyut) nefisler gibi. Dış âlem (hâriç)’de olmayıp, akılda mürekkep (bileşik) olan, cins ve fiilden mürekkeb olan cevheri mâhiyetler gibi, hem akılda, hem de dışta mürekkeb olarak bulunan müvelledât-ı selâse gibi.