Arapça oturmak demektir. Allah ile başbaşa kalmak üzere oturup tefekkür, tezekkür, tilavet ve murakabe ile meşgul olmak. Seri Sakatî, “mescidlerde oturmak, kapısı halka açık olmayan ticaret yerleri gibidir” der. Hasan el-Kazzâz geceleri çok cülus yapar (oturur) di. Ona tasavvuftan sorulunca şu karşılığı verirdi: “Ancak ihtiyaç kadarmca az yemek, zaruret olmadıkça konuşmamak, galebe çalmadıkça (iyice bastırmadıkça) uyumamak”. Bu sözüyle, gecesinin büyük bir bölümünü oturmakla geçirdiğini kastediyordu. Ebû Yezîd, bir gece oturuşunda ayağını uzatmış, hemen hatif (gizli) den bir sesle irkilmişti. “hükümdarların huzurunda otururken edebe uymak gerek”. Ebû Yezîd derhal dizüstü oturuş vaziyeti aldı. Son yüzyıl sufîlerinden merhum Adanalı Sami Efendi’nin doksan küsur yıllık ömründe, dizüstü oturuş şeklinden başka tarzda oturduğunu, eşi de dahil olmak üzere kimsenin görmediği kaydedilir. Edeb ya Hû!… Osmanlılarda sultan tahta oturunca, yeniçerilere cülus bahşişi dağıtırlardı.