20. asır Türk âşık edebiyâtının mühim sîmâlarından biri olan Davut Sulârî, Tunceli’nin Nâzımiye ilçesinin Kureyşanlılar köyünden aşiretiyle birlikte göç eden Pir Kaltuk adıyla mâruf Mehmet Kaltık Ağa’nın torunu olarak bu göçün son durağı Erzincan’ın Çayırlı ilçesinde doğmuş; bir ara Kemâlî ve Serhat Âşık mahlaslarını kullansa da soyadı kânunundan sonra önce Sümmânî, ardından Selâmî ve nihâyet ilk gençliğinde mahlas olarak kullanmaya başlayacağı Sulârî’yi soyadı olarak seçmiştir. İlk tahsilini tamamlamayan Sulârî, dedelerin ve pirlerin rahlesinde eğitim görmüş, saz çalmayı da Pir Kaltuk’un teşvikiyle öğrenmiştir. 17 yaşındayken pîr elinden bâde içerek saz şâirleri kültürünün kadîm ve kutsî bir geleneği içerisinde yer alan bir bâdeli âşık olmuş ve 22 yaşındayken, babası Veli’nin “on iki evden on iki post sâhibi” er getirerek onu kardeşleriyle birlikte tâbi tuttuğu bir imtihanda bütün sorulara cevap vererek dedelik silkine dâhil edilerek, tâlip içine çıkıp yol gösterme hakkını kazanmıştır.
Dede olduktan sonra atına atlayıp yollara düşen Sulârî, köy köy, şehir şehir dolaşmış; böylece âşıklık geleneğinin ve mânevî olgunluğa erişmek amacıyla çeşitli tarîkatlerin de önemli unsuru olan bu seyr ü sefer hâli içinde memleketi gezerek mesleğini icrâ etmeye başlamıştır. 1948’de Ankara Radyosu’na mahallî sanatçı olarak kabûl edilen Sulârî, bir yıl sonra İstanbul Radyosu’nun Yurttan Sesler Korosu içerisinde konuk mahallî sanatçı olarak yer almış, bu vesîlelerle tanıştığı Muzaffer Sarısözen, Adnan Saygun gibi isimler vâsıtasıyla, o yıllarda hâlâ devâm eden derleme faaliyetlerine muhtemelen katkı da sunmuştur. Sulârî, 1955’te Konya’ya gitmiş, burada 1966 yılından îtibâren düzenlenmeye başlayan Konya Âşıklar Bayramı’nın kuruluşuna katkı sağlamak dışında katılımcıları arasında da yer alarak pek çok âşıkla dudakdeğmez, taşlama gibi atışma türleri içerisinde karşılaşmış, söyleşmiştir. 1974’te Van’a giden Âşık Sulârî, Muhabbet Çay Evi adlı âşıklar kahvesinde programlar düzenlemek hâricinde Erciş, Çatak, Gürpınar gibi ilçelerde dolaşarak buralarda deyişler söylemiştir.
Arvas’tan özetleyecek olursak, Davut Sulârî, şiirlerinde ve nefeslerinde sâdece mânevî bir muakkip değil, bir soy zinciri içerisinde kendisini, bir Kureyşanlı olarak, sulben de bağladığı ehl-i beyt muhabbetini dillendiren, Alevî – Bektâşî kâidelerini ve bu öğretinin umdelerini, mistik – tasavvufî ögelerle va’z eden bir âşık sıfatıyla, insanın varoluş seyrini ele aldığı devriyeler de söylemiş, tüm gezginliğini Ali’nin “derdi”ne bağlamıştır. “Senin derdin ile cümle cihânı / Adım adım atıp gezdim güzel dost / Mihnet-i gam ile bağrım yoğurup / Her yumruğum ile ezdim güzel dost” derken kastettiği, Hz. Ali’dir ve gerek maddî seyâhatlerinin gerek seyr-i sülûk denilen tasavvufî – mânevî seyâhatlerinin, tâlip içinde görünme mesleğinin ve irşad gayretinin temelinde bu inanç temelleri yer almaktadır. Nitekim gençliğinde intisap ettiği bu yolda, bir âşık faslı içindeyken ve başka bir gezinti durağı olarak bulunduğu Erzurum’da vefât etmiştir.
Göktürk Ömer Çakır