İnsan, fert olarak da, toplum olarak da dine muhtaçtır. İlk insan-dan tutun da bugünkü teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiçbir devirde din duygusu taşımayan topluluğa rastlanmamıştır. Çünkü;
- İnsanın ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunlar, nitelik itibariyle birbirinden ayrı iseler de öyle bir bütünlük içindedirler ki ruh olmadan beden bir işe yaramayacağı gibi, bedensiz ruhun da bir anlamı yoktur. Aynı zamanda her ikisinin pek çok arzu ve istekleri vardır. İnsan, ne bedenî, ne de ruhi ihtiyaç ve arzularını ihmal edemez. Bu bakımdan insan beden itibariyle yaşamak için her şeyden önce gı-daya ve tehlikelerden korunmak için de barınacak bir yere ne kadar muhtaç ise ruhi yönden de manevi bir kuvvete o kadar muhtaçtır. İnsan madde âleminde böyle bir dayanak bulamayacağı gibi aklı da onun bu ihtiyacını karşılamak için yeterli değ
İnsanın önemli bir yönünü oluşturan, ruhunun isteklerini yerine getirecek ve üzüntülerini giderecek olan şey, onun Allah’a ve sonsuz bir hayata inanmasıdır. Bu inanç olmadıkça ruhun istekleri yerine ge-tirilmiş ve arzuları karşılanmış olmaz.
Ruhun ise pek çok istekleri vardır, öyle ki bunlar için bir sınır yok-tur. İnsan, gerçek anlamda mutluluğa, ancak ruhun sınırsız olan bu isteklerinin temin edilmesiyle ulaşabilir. İnsanın sınırlı olan ömrü ise buna yetmez. Bu itibarla onun sonsuz olan bu arzu ve isteklerini ger-çekleştirecek ve kendisini mutlu kılacak olan, ölümsüzlüğe olan inan-cıdır. Fani olmayacak ve sonu gelmeyecek olan bir hayata yönelmeyen ruhta gerçek mutluluk yok demektir. Bu da ancak Allah’a ve ebedi bir hayata inanmakla elde edilir. Bunu bize öğreten de dindir. Şu hâlde insanın gerçek mutluluğunu ancak din sağlar.
- İnsan hayatı bir mücadeleden ibarettir. İnsan bu mücadelede ba-zen başarılı olamaz. Maddi bütün sebeplere başvurduğu hâlde önü-ne çıkan engelleri aş Böyle bir durumla karşılaşan insan, kendi kuvvet ve gücünün üstünde daha büyük bir kuvvetin varlığına inan-mayacak olursa bunalıma düşer, hayatına bile kıyar. Fakat sonsuz güç ve kuvvet sahibi yüce bir yaratıcıya inanmış olan kimse ise karşılaştığı engeller ve güçlükler karşısında ümidini yitirmeyerek, ilahi kudretin büyüklüğünü ve ümitsizliğe düşmeyenlere daima yardım edeceğini düşünerek O’na sığınır, kendini kaybetmez.
Bu itibarla, günlük hayatımızda da en büyük dayanağın din olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
- İnsanın ruh yönünden yükselip olgunlaşması yaratılışının bir gere-ğ Bu, ancak yüksek ahlakla elde edilir. Ahlak üstünlüğü ise din duy-gusu ile gelişir. İnsan, Allah sevgisinden ve din duygusundan yoksun olduğu an, pek çok insani özelliklerini kaybetmiş olur. Allah’a inanma-yan ve sorumluluk duygusu taşımayan bir kimsede ahlaki üstünlüğün bulunmayacağı tabiidir. Çünkü üstün ahlakın kaynağı dindir.
Özet olarak, hangi yönden bakılırsa bakılsın din, insan için bir ihti-yaçtır. Maddi yönden ihtiyaçları ne kadar karşılanırsa karşılansın, ma-nevi ve ruhi ihtiyaçları sağlanmamış olan bir insan, hayatta arzuladığı huzuru bulamaz.
Şüphe yok ki inançsızlık, insan için büyük bir felakettir. Böyle bir kimse, madde âleminin kendisini tehdit eden olayları karşısında da-yanak noktasını kaybetmiş demektir. Sonsuz hayata, ahiret hayatına inanmadığı için bütün gayreti, dünyanın geçici zevklerini yaşamak olacak, bunları elde etmek için ise hiçbir ölçü tanımayacaktır. Bir gün, dünyanın bu geçici zevklerinden ayrılacağını ve yok olup gideceğini düşündükçe, tedirginliği artacak ve huzuru kaçacaktır.
Bir insan için bundan daha büyük bir felaket düşünülebilir mi? El-bette düşünülemez. Hâlbuki din, ölüm ötesinde daha mutlu ve sonsuz bir hayatı müjdelemekte ve ona ulaşmanın yollarını göstererek insana huzur ve güven vermektedir.
- Fert olarak din, insana ne kadar gerekli ise toplum açısından da o kadar gereklidir.
İnsanlar toplu hâlde yaşarlar. Bu, onların yaratılışında var olan bir özelliktir. Hiç kimsenin yalnız başına maddi ihtiyaçlarını karşılamaya gücü yetmez.
Bir arada yaşamak durumunda olan insanların, birbirlerine karşı birtakım hak ve görevleri vardır. Toplumların devamı, fertlerinin bir-birlerine karşı olan bu görevlerini yerine getirmeleriyle mümkündür. Bir insanın, başkalarının haklarına karşı saygılı olması, görev ile hak-kın mukaddes olduğuna inanmasına bağlıdır. Çünkü insan, çoğu kez aşırı arzularının etkisinde kalarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı, başkalarına karşı olan görevlerini yerine getirmeye ve onların haklarına saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da dindir.
Binaenaleyh, toplu hâlde yaşamak mecburiyetinde olan insanların, birbirlerine karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlayan ahlak kurallarına uymaları kaçınılmazdır. Toplumu oluşturan fertler arasında sağlam bir birlik bağı meydana getirecek yegâne esas da ahlak üstünlüğüdür. Bir toplumun bütün fertleri güzel ahlaka sahip olursa birbirlerine karşı saygılı davranır, böylece, fertleri arasında birlik ve bütünlük sağlanmış, toplum mutluluğa kavuşmuş olur.
Bu itibarla, toplum hayatı açısından bu kadar önemli olan ahlak için, sağlam bir temele, iyi ile kötüyü ayırt edecek gerçek bir ölçüye ihtiyaç vardır. İşte o da dindir.