“İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: ‘Şüphesiz bizler size uymuştuk, şimdi siz az bir şey olsun Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?’ Onlar da, ‘Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur’ derler.” (İbrahim, 14/21)
Bu ayet kabirlerimizden çıkarılıp hesap vermek üzere Allah’ın huzuruna çıka-rılacağımız o dehşet verici günün çarpıcı bir sahnesini sunuyor bizlere. Zayıflarla büyüklenenlerin karşılıklı konuşmalarının yer aldığı tüyler ürperten bu tablo karşı-sında heyecanlanmamak mümkün değil. Bir tarafta büyüklenenler karşı tarafta da zayıflar yer alıyor. Durumları son derece acıklı ve bizim açımızdan da düşündürücü olanlar bu zayıf kimselerdir. Peki, bunlarla kimler kastediliyor. Onların bu dünya-daki karşılıkları ne? Onları kısaca, kendi hayat tarzlarını nasıl şekillendirecekleri-ne dair bir fikirleri bile olamayan aciz ve zavallı kimseler olarak nitelendirebiliriz. Ancak bunlara “zayıf” denmesinin asıl sebebi, büyüklük taslayıp ilâhî buyrukları umursamayan bu kişileri önder edinip örnek almış olmalarıdır.
Kutsal kitabımız büyüklenenlere “müstekbir” diyor. İşte bu zayıf karakterliler, ruhlarını, kalplerini hatta akıllarını kendini beğenmiş bu müstekbirlere teslim et-mek suretiyle adeta kula kul olmayı tercih eden kişiler olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu ayette, sırf büyüklenmeleri sebebiyle Kur’an’ın mesajlarına, öğretilerine ve in-san için çizdiği yola karşı alternatif yollar öneren bu toplum önderleri ile onların peşine takılan tebaaları arasında ahiret günü gerçekleşecek hesaplaşma ibret verici bir üslup ile idrakimize sunuluyor. Körü körüne özendikleri ve taklit ettikleri efen-dilerine, dünyadayken itiraz etmeyi akıl edemeyen bu zavallılar iş işten geçtikten sonra onlara sitem ediyorlar: Bu gün bizden Allah’ın azabını savabilecek misiniz? Bu hususta bize bir yararınız dokunacak mı…? Ama nafile. Önderlerinin verecekleri cevap sadece şu itiraftan ibarettir: Şayet bizler Allah’ın, elçileri vasıtasıyla gösterdiği yolu seçseydik size de gösterirdik. Ancak bunu yapmayıp yanlış yolu tercih ettik. Bu yüzden üzülsek de üzülmeyip beklesek de durum değişmeyecek. Bu gün bize kurtuluş yok…
Çünkü o gün karar günüdür ve hüküm vermek de sadece Allah’a mahsustur… Yüce Rabbimizin adeta yaşanmış bir hâdisenin üslûbuyla bizlere sunduğu bu dehşet verici ahiret tablosundan çıkaracağımız çok önemli dersler vardır. Bağırıp çağırma-nın, üzülmenin, sitem etmenin artık bir fayda sağlamayacağı o gün gelip çatmadan hâlimizi sık sık sorgulamalıyız. Kimleri örnek alıyoruz? Doğru insanlarla mı bir-likteyiz?… Yani rehberlerimizi iyi seçmeliyiz. Körü körüne taklitlerin, özentilerin moda olduğu günümüzde özellikle çocuklarımızın kimleri örnek aldıklarına da çok dikkat etmeliyiz. Bu durumda arkadaş ve dost seçimlerinde evlatlarımıza ciddi an-lamda kılavuzluk etmek durumundayız. Her dostun bir anlamda rehber olduğu gerçeğini göz önüne alarak, çocuklarımızın kimlerle dostluk kurduklarını titizlikle takip etmeliyiz.
“Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 66/6) buyuran Rabbimiz bu sorumluluğumuzu hatırlatmaktadır. Bu sorumluluk bilincin-den hareketle Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkeleri ve Peygamber ahlakını hiçe sayarak yaşamayı tercih eden toplumun ileri gelenlerinin ailemiz ve çocuklarımız üzerinde iz bırakmalarına müsaade etmemeliyiz. Bunun yerine onlara güzel huyların tümünü üzerinde toplayan sevgili Peygamberimizin örnek ahlakını öğretmeli ve onu bir ya-şam modeli olarak sunmalıyız.