“Ey Muhammed! De ki: Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.” (Sâd, 38/86)
Yüce dinimizde samimiyet, temiz kalp, iyi niyet her zaman tavsiye edilmektedir. Bu nedenle hem ayetlerde hem de hadislerde, hayırlı yolda kullanılmadığı takdirde dünya nimetlerinden hiçbirinin ahirette insana bir fayda sağlamayacağı, ancak te-miz bir kalple Allah’ın huzuruna çıkanların kurtuluşa ereceği belirtilir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur:
“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.” (Şuara, 26/88-89)
Allah rızası için yaptığımız her türlü kulluk görevimizde, ihlâs ve samimiyetimi-ze gölge düşürecek bütün kötü düşünce ve davranışlardan kaçınmalıyız. Mesela iba-detlerimizde gösteriş (riya), maddi ya da manevi menfaat beklentisi mutlak surette ihlâs ve samimiyetimize gölge düşürür. İhlas ve samimiyete gölge düştüğü zaman da, o işin tesiri kırılır. Hele bir de o işin içine maddî menfaat girerse, samimiyet ta-mamen ortadan kalkar ve artık yapılan bu işe de kulluk/ibadet denemez.
Kur’an-ı Kerim’in, bütün peygamberlerin dilinden naklettiği: “Buna karşılık siz-den hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (Şuarâ, 26/109) mealindeki âyet, sözünü ettiğimiz hususa işaret etmektedir.
Bu ifadeler ile peygamberler, toplumlarına şu mesajı vermektedirler: “Biz, sizin için dert ve ıstırap içinde kıvranıyoruz. Siz ise mecnun diyorsunuz, hakaret ediyorsunuz, taşlıyorsunuz ve insanlardan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz. Biz peygamberler ise kapı kapı dolaşıp hakkı anlatmaya çalışıyoruz. Siz ise her kapıyı suratımıza kapamakla uğra-şıyorsunuz. Yaptığınız bunca eza ve cefaya rağmen, biz peygamberler sizden ne dünyada ne de ahirette bir menfaat istemiyoruz. Bize gerçek ücreti verecek olan, bizi bu vazifeyle gönderen yüce Allah’tır.”
İşte Hz. Âdem’den sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e kadar bütün peygamberlerin Allah’a kullukta ve Peygamberlik görevlerindeki gayeleri bu ulvi makamdır.
Hepimizin sıkça okuduğu Yasin suresinde Hz. İsa’nın havarileri anlatılır. Rivaye-te göre üç Havari, İslam’ı anlatmak için bir şehre (Antakya olduğu söylenir) gelirler. Dönemin devlet adamları derhal onların hapsedilmelerini isterler. Emir yerine ge-tirilir ve Havariler hapsedildiler. O yörede herkesin saygı duyduğu ve görüşlerine itimat ettiği Habib-i Neccar ismindeki mümin insan, bu haberi duyunca hemen koşar gelir ve ilgililere şöyle seslenir:
“…Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”
Görüleceği gibi Habib-i Neccar, halkın elçileri dinlememesi üzerine koşarak gel-miş ve onların dürüst insanlar olduklarını ve asla maddi bir çıkar peşinde bulunma-dıklarını dolayısıyla onların sözlerine kulak vermelerini istemiştir. Ne var ki, ikna edici bu sözler de fayda etmemiş, şehir halkı kendisini hunharca katletmiştir (Kur’an Yolu, DİB Yayınları, IV/430-431).
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de dinî konular, kötü niyetli insanlar tarafın-dan çoğu zaman istismar edilmekte ve din, maddi çıkar amaçlı kullanılabilmektedir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in Mekke hayatını göz önüne getirirsek son derece ilginç örnekler görürüz. Yüce Allah, resûlü Muhammed’i bir müjdeci; bâtıl inançlara ve kirli hayata kendilerini kaptırıp gidenler için de uyarıcı olarak göndermiştir. Pey-gamberin biricik görevi budur, bundan başka bir gayesi yoktur. O, davetine karşılık kişisel bir amaç, bir çıkar beklemez ve beklememiştir; tek beklediği şey, insanların özgür kararlarıyla Allah yolunu seçip bu yolda yürümeleridir. Nitekim Mekkeli put-perestlerin ileri gelenleri çeşitli vesilelerle, bu davasından vazgeçmesi karşılığında kendisine dilediği kadar servet vermek, başlarına lider yapmak, en güzel kadınlarla evlendirmek gibi cazip tekliflerde bulunmuşlar; fakat o, bu teklifleri kesinlikle red-detmiştir (Kur’an Yolu, IV/146).
Buna göre hepimiz de dinimizin emirlerini imkânlarımız ölçüsünde yaşamak ve insanlara da doğru bildiklerimizi anlatmakla sorumluyuz. Bunları yaparken mu-hataplarımızdan kişisel bir çıkar, maddî veya manevî bir karşılık beklememeliyiz. Aksi takdirde ne ibadetlerimizden manevi bir zevk alırız, ne de Hz. Peygamber’in ahlakını kendimize örnek almış oluruz. Zira yüce Allah, basit dünya menfaatleri için dini asla kullanmamamızı emretmektedir: