“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!, diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Musa’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslam dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.” (Şûrâ, 42/13)
Âyet-i kerimede yüce Allah, biz müminlere dine sımsıkı sarılmamızı; dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmemizi ve din konusunda ayrılığa düşmememizi emret-mektedir. Âyet-i kerime Nûh, İbrahim, Musa ve İsa peygamberlere emredilen dinî esasların Peygamberimiz (s.a.s)’e de emredildiğini beyan etmektedir. Bu, peygam-berlere vahyedilen dinin tek din olduğu, aynı iman esaslarını ve ibadetleri içerdi-ği anlamına gelir. Her peygamber döneminde muamelatla, yani gündelik hayat ve insanlar arasındaki ilişkilerle ilgili bazı farklılıklara rağmen Allah’ın peygamberleri aralarında din konusunda ihtilaf etmemişlerdir. Onlar dinin aslını, Allah’ı ikrar edip ona hiçbir şeyi ortak koşmamak, hiçbir ayrım gözetmeden peygamberlere, melek-lere, ilahi kitaplara, ahiret gününe inanmak ve yalnız Allah’a ibadet etmek üzere ikame etmişlerdir.
Ancak insanlığın tarihi sürecinde görüldüğü gibi her peygamberden sonra in-sanlar kendi aralarındaki ihtilaf ve çekişme yüzünden ayrılığa düşmüşler, din konusunda bölük pörçük olmuşlardır. Yahudiler, Hz. İsa’yı reddetmiş, onun getirdiği mesajı kabul etmeyerek din konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Hristiyanlar ise Hz. Muhammed’i ve getirdiği mesajı kabul etmeyerek hem din konusunda hem de ken-di aralarında çekişmeye düşmüşlerdir. Biz Müslümanlar ise daha önceki peygamber-lere vahyedilen ilahî esasların Peygamberimize de vahyedildiğine inanırız. Dinin ve bütün peygamberlere vahyedilen ilahi emir ve yasakların Allah katından olduğuna inanırız. Bu itibarla din konusunda ihtilaf etmeyiz.
Gerek ilahî vahye muhatap olma şekilleri, gerekse her peygamberin uyguladığı yöntem bakımından bir farklılık söz konusu olsa da dinin esasları ve gayesi bakı-mından peygamberler arasında bir ayrılık söz konusu değildir. Bu esaslar üzerine bina edilen ilahi din tektir ve adı da “İslam”dır. Bu bağlamda, Ebu Hureyre’nin riva-yet ettiği, sıhhati konusunda ittifak edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Biz peygamberler topluluğunun dini birdir. Ben İbn Meryem’e daha yakınım. Çünkü onunla benim aramda başka bir peygamber yoktur.”
Biz Müslümanlar hiçbir ayrım gözetmeden Hz. Âdem (a.s)’den Hz. Muhammed (s.a.s)’e kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlere inanırız. Onların Allah’ın seçip insanlığa gönderdiği elçileri ve mümtaz kulları olduğunu kabul ederiz. Onlar, Al-lah tarafından bildirildiği şekilde hak din üzere yaşamışlardır. Allah’tan aldıkları emirleri uygulayarak insanlığa örnek olmuşlardır. Bu itibarla biz Müslümanlar, pey-gamberlerin izini takip eden bahtiyar kullar olarak, din konusunda ihtilafa ve çe-kişmeye düşmeden hak din olan İslam’ın buyruklarına riayet etmeyi ve yasaklardan kaçınmayı dinimizin emri olarak kabul eder, bunu yerine getirmeye çalışırız. Yüce Rabbimiz, Rûm suresinin 31 ve 32. âyetlerinde bizlere şöyle emretmektedir:
“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.”
Unutmayalım ki dinimiz bizi birbirimize yaklaştıran, içimizdeki kin ve nefreti söküp atan, kibir ve gururu kıran, bireysel ve toplumsal dayanışmayı ve yardımlaş-mayı temin eden birliğimizin ve dirliğimizin teminatıdır.