Birçok inanç sistemi, tarihte ortaya çıkışından ya da vazedilişin den sonra geçen süreçte çeşitli değişimler yaşamıştır. Bu değişimler, ba zen o inanç sistemine bağlı olan kişilerin dinin inanç ve ibadetlerine yö nelik algılamalarında oluşan farklı yorumlamalara bağlı iç etkenlerle ilişkili olmuştur. Bazen de bir inanç sisteminin diğer inanç sistemleriyle karşılaşması ve zamanla onlardan etkilenmesi şeklinde dış etkenlere bağlı olarak bu değişim gerçekleşmiştir. Hangi bağlamda olursa olsun dini inanç ve değerlerin farklı anlaşılıp yorumlanması mezhepleşme ha reketlerini beraberinde getirmiştir.
Dinin kapsamı içerisinde sayılan ekoller olarak nitelenebilecek olan mezhepler, yapıları itibarıyla itikadi, fıkhi ve siyasi olmak üzere üç ana kategoride incelenebilir. İtikadi mezhepler, çeşitli inanç konuların da farklı yorumlamalara bağlı olarak ortaya çıkan akımlardır. Tanrı, Tanrı’nın sıfatları, çeşitli metafizik varlıklar, ahiret ve dinde temel kaynağın ne olduğu gibi konularda farklı değerlendirmeler itikadi mezheplerin birbirleriyle farklılık arz eden yaklaşımlarını meydana getirir. Örneğin Hıristiyanlıkta, tanrı oğlu olduğuna inanılan İsa Mesih’in şahsı konusun daki kristolojik tartışmalar birçok mezhep hareketinin oluşumuna se bep olmuştur. Benzer şekilde Yahudi geleneğinde dinde temel referan sın ne olduğu (ya da sözlü geleneğin dinde kutsal kitabın yanı sıra bir referans olup olmadığı) konusu çeşitli mezhep hareketlerinin oluşumu na zemin hazırlamıştır. Diğer taraftan bazı mezhepler de dini hayatın ya şanması veya ibadet anlayışlarıyla ilgili farklı değerlendirmelerden kay naklanmaktadır. Dini yaşamın nasıllığı konusundaki farklı bakış açıları ve dinen yapılıp yapılmaması gereken hususlar konusundaki farklılıkla rın bu mezheplerin oluşumunda etkili olduğu görülmektedir. Örneğin Caynizmin temel mezhep hareketlerinin ortaya çıkışındaki temel tartış malardan birisinin giyim konusundaki farklı bakış açıları olduğu bilin mektedir. Son olarak, dini cemaatin siyasal otorite ile ilişkileri ya da si yasal otoritenin dine yönelik algılamaları da çeşitli siyasal mezhep hare ketlerinin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Din ve siyaset ilişkisi öte den beri birçok dini gelenek (özellikle de evrensel dinler) için ciddi bir sorun olmuştur. Gerek din adamları ve dinle ilgili kurumların siyasi güç lerle oluşturdukları ilişkiler gerekse siyasal güçlerin kendi politik hesap ları uğruna dini grup ve anlayışlara yönelik lehte ya da aleyhte tutumla rı dinin/dinlerin siyasallaşması sürecini beraberinde getirmiştir. Bu bağ lamda, örneğin Miladi 4. yüzyıl başlarından itibaren Roma’nın resmi di ni haline gelen Hıristiyanlığın, bu dönemden itibaren siyasallaşmasın dan söz edilebilir. Dinin siyasallaşması, çeşitli siyasal veya ideolojik ha reketlerin kendi otoriteleri açısından gerekli gördüğü din yorumlarının ortaya çıkmasını veya bununla irtibatlı gördükleri dini oluşumları des teklemelerini ve dini inanç ve değerlerin kendi siyasal çıkar ve menfaat leri doğrultusunda yorumlanması çabası içinde olmalarını ifade etmek tedir. Bu süreç doğal olarak bir inanç sistemi içerisinde bir dizi siyasal ağırlıklı mezhep hareketinin oluşumunu da beraberinde getirmektedir.
Mezhep hareketleri bir başka açıdan ortodoksi ve heterodoksi ayrışması şeklinde de kendisini gösterir. Ortodoksi-heterodoksi ayrımı, farklı dinsel gelenekleri değil, belirli bir gelenek içerisindeki farklılaş mayı ifade etmektedir. Öyle ki aynı gelenek içerisinde yer alan, ancak sosyal yapılanma, teolojik, tarihsel ve etnik arka plan açısından birbi rinden farklılık gösteren grup ve anlayışlar, çoğunluğu oluşturup oluş turmama ya da egemen güç olup olmama ve siyasal anlayışlarla özdeş leştirip özdeşleştirmeme açısından farklı kategorilerde sınıflandırılıp isimlendirilmişlerdir. Bu sınıflamada -bazen istisnai durumlar olsa da ortodoksi, genellikle egemen anlayış için kullanılmıştır. Bir başka ifa deyle, kendini çoğunluğun inancını ifade eden merkez! din anlayışıyla ve egemen siyasal güçle özdeşleştiren dinsel yorum, asıl doğru öğretiyi savunduğu, doğru ve kabul edilebilir inançların temsilcisi olduğu iddi asıyla Ortodoks olarak tanımlanmıştır. Bu durumda merkez! din anlayı şının dışında kalan görüş ve akımlar ise heterodoksi olarak görülmüş tür. Bu anlamda heterodoksi, çoğunluğun ya da bazı durumlarda siya sal gücün doğru ve kabul edilebilir saydığı resmi öğretinin dışında ka lan her türlü akımı ifade etmektedir. Dolayısıyla, çoğunluğa karşı azın lığı ve resmi din anlayışına karşı muhalefeti temsil eden akımlar hetero doksal mezhepler olarak değerlendirilmiştir. Heterodoksi içerisinde di ne, dinsel inanç ve değerlere getirdikleri yorum ve bakış açısıyla yay gın din anlayışının temel değerlerinden sapma temayülü gösterdikleri düşünülen ve sapkın inanç ve uygulamaları nedeniyle cezalandırılmayı hak ettiklerine inanılan akımlar ise heretik ya da sapkın akımlar olarak adlandırılmıştır. Bu durumda heresi, yaygın kabul edilen inançlardan ya da çoğunlukça temsil edilen öğretilerden kesin bir ayrılık ve farklı laşmayı temsil etmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde cereyan eden olaylar ve gelişmeler dik kate alındığında, inanç ve tutumlardan hangilerinin ortodoksiyi hangi lerinin heterodoksi veya heresiyi temsil ettiği konusunda farklı anlayış ların bulunduğu görülür. Örneğin Hıristiyanlık tarihinde bir dönemde ortodoksi kapsamında görülen bir kişi ya da öğretinin bir başka dönem de heretik olarak ilan edildiği bilinmektedir. Örneğin Origen’in öğretile ri kendi zamanında ortodoksi öğretiler olarak değerlendirilirken, 4. 5. ve 6. yüzyıllarda tenkit edilmiş, acı ve şiddetli çatışmaların nedeni ol muştur. Hatta onun öğretilerinden bazıları lskenderiye, Kıbrıs ve Ku düs’te toplanan bazı yerel konsil kararlarıyla itham edilmiştir.1 Benzer şekilde ilerleyen dönemlerde heresi ya da sapkınlık Papalık tarafından açıktan ya da ima yollu olarak suçlanan ve itham edilen şeyler olarak değerlendirilmiş, dolayısıyla zamanın papalarının kendi inisiyatif ve ba kış açılarına göre heresinin kapsamı belirlenmiştir.
Heterodoksal akımların az ya da çok oluşunda dinlerin kaynak larının ve öğretilerinin yapısı önemli rol oynamaktadır. Örneğin, S . Runciman gibi bazı araştırmacıların da dikkatini çektiği şekilde,2 Hıris tiyanlığa göre İslam’da heterodoksal akımlar daha azdır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi İslam’ın temel kaynaklarının Hıristiyan kaynaklarına nispetle, tarihsel otantizm açısından üzerinde daha fazla uzlaşma sağlanan bir yapıya sahip olması; bir diğeri ise İslam inanç esaslarının sade ve sıradan insanların bilinç ve anlama düzeyine hitap eden bir özellik taşımasıdır. İslam’a karşılık Hıristiyanlık’ta ise örneğin dinsel kaynakların otantizmi konusunda çok erken sayılabilecek dö nemlerden itibaren çeşitli görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ve bu ayrılık lar doktrine! ayrılıklara da zemin hazırlamıştır. Örneğin, henüz 2. yüz yılda ünlü Hıristiyan ilahiyatçı Marcion’un İnciller konusunda ciddi eleştirilerde bulunduğu ve Luka incili ile Pavlus’un bazı mektupları dı şında diğer Yeni Ahit metinlerini otantik saymadığı bilinmektedir. Marcion’un bu yaklaşımının dışında Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında heterodoksal akımlarca kullanılan onlarca farklı İncil metninin ve or todoksi tarafından apokrif ilan edilen diğer dinsel metinlerin olduğu bilinmektedir. Bunların birçoğu tarihsel süreçte yok olduğu halde, bir kısmı günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Tarih boyu dinsel geleneklerde yer alan ortodoksi-heterodoksi çekişmelerine baktığımızda, ortodoksinin kendisini, “doğru/kanonik inanç ve öğretilere sahip olan” şeklinde gördüğü ve hakikati ifade etme konusunda bir tekelcilik ya da monopoli oluşturduğu dikkati çeker. Öy le ki kendi anlayışının dışındaki her tür yorum ve anlayışın doğrunun dışında olduğunu düşünür. Yine ortodoksi, kendisini hegemonya! güç le özdeşleştirerek ya da egemen gücün siyasal, askeri veya ekonomik desteğini arkasına alarak tüm toplumda bir üstünlük tesisine yönelir. Ortodoksinin penceresinden bakıldığında kendisinin dışındaki tüm ba kış açıları ve anlayışlar, yalnızca teolojik veya dinsel farklılığı değil, aynı zamanda siyasal ve kültürel farklılığı, karşıtlığı, değişimi ve yozlaşmayı ifade etmektedir. Doğal olarak bu anlayış, diğer din yorumlarına karşı bir dışlamayı ve çoğunlukla şiddeti de beraberinde getirmektedir.
Savaşlar, istilalar, sürgünler, göçler ve benzeri nedenlerle farklı dini geleneklerin zorunlu olarak yan yana varlıklarını devam ettirme leri durumu, zamanla bu geleneklere bağlı insanların birbirleriyle bi linçli ya da bilinçsiz bir ilişkide bulunmaları durumunu doğurmakta dır. Bu da doğal olarak farklı din mensubu insanların dini anlama ve yaşama noktasında birbirlerinden etkilenmelerine neden olmaktadır. Bu durum zamanla yeni din yorumlarının ve mezhepleşme hareketle rinin ortaya çıkışına zemin hazırladığı gibi, bazı durumlarda dini senk retizmin yaşanmasına ve farklı dini değerleri bir araya getirmek sure tiyle oluşturulan yeni inanç sistemlerinin/dinlerin oluşumuna da se bep teşkil edebilmektedir. Bu şekilde ortaya çıkan ve farklı inanç sis temlerinden, inanç ve ibadet unsurları taşıyan melez dinsel gelenekler “senkretik dinler” olarak tanımlanmaktadır. Örneğin İslam ile Hindu geleneğinden birçok unsur taşıyan Sih dini senkretik bir din olarak ta nımlanabilir. Yine son dönemlerde ortaya çıkan ve Hıristiyanlık ile Ya hudilik’ten ya da Hıristiyanlık ile Budizm’ den birçok unsur taşıyan Ya hova Şahitleri, Moonculuk, Sayentoloji gibi hareketler senkretik akım lar olarak değerlendirilebilir.
Son olarak, dinlerle müstakil bir din olmaktan öte çoğunlukla bir dini gelenek içerisinde belirli bir obje ya da değere tapınmayı ön plana çıkaran kültler arasındaki farkı da vurgulamak gerekir. Genel kullanımı açısından ‘kült’ terimi belirli bir varlık ya da obje ile ilgili inançları ve i badet anlayışlarını ifade etmede kullanılsa da özel anlamda bu terim, genellikle esoterizmi ve komün toplum/cemaat anlayışını kendilerine temel edinmiş olan akımlar için kullanılmaktadır. Kültler, içe dönük ce maat anlayışıyla ve gizemcilikleriyle diğer din mensuplarından ayrılır. Örneğin son dönemlerde Batı dünyasında sayıları hızla artan çeşitli Neo-Gnostik grupları bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Ayrı ca müstakil bir inanç sistemi ve ibadet anlayışını geliştirip temsil etmek ten öte, kurulu yaygın dinsel geleneklere ve sosyal değerlere karşı bir anarşizmi, başkaldırıyı temsil eden, bütün tutum ve tavırlarını buna göre oluşturan ve bu bağlamda bazen nefret, şiddet ve teröre yer veren hare ketler de kült kapsamında sayılabilir. 20. yüzyıl ortalarından itibaren Ba tıda yayılan satanizmi bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.