“(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Furkan, 25/77)
Kâinatın tek yaratıcısı olan Rabbimiz, bizleri akıl ve irade başta olmak üzere sayılamayacak nimet ve imkânlarla donatmış, bu nimetlerini ruh ile tamamlamıştır. Bu özelliklerimiz bizi diğer yaratıklardan üstün ve Yaratanımız karşısında sorumlu kılmaktadır.
Bizler boş yere yaratılmadığımız gibi, başıboş da bırakılmış değiliz. Allah’ın yer-yüzündeki halifesi ve yaratılmışların en şereflisi olan biz insanlar, herhangi bir ya-ratığa kul, köle olmak için değil, en geniş anlamıyla yeryüzünde O’nun iradesi ve istekleri doğrultusunda yaşamak üzere yaratılmış bulunmaktayız. Nitekim yüce ki-tabımız Kur’an, bizlerin Allah’a kulluk amacıyla yaratıldığımızı (Zâriyât, 51/56), dünya mutluluğunu elde edebilmemizin ve ebedî imtihanı kazanabilmemizin bu amacı gerçekleştirmemizle mümkün olabileceğini, Allah’ımıza sığınmadan, O’nun yardı-mını almadan bunu başaramayacağımızı haber vermektedir.
Yeryüzündeki her şey biz insanlar için yaratılmış (Bakara, 2/29) ve hizmetimize (Lokman, 31/20) verilmiştir. Bizlere verilen bu değer/önem karşısında akıl ve irade sahibi insanlar olarak bize düşen görev, yaratılış gayemize uygun davranmak, yara-tanımızı tanımak ve O’na ibadet/dua etmektir. Bu ayette, insanın ancak Allah’a bu yönelişiyle, O’nun katında değer kazanabileceği belirtilmiştir.
“Dua” kelimesi çeşitli âyetlerde; “Allah’a ibadet etme, yakarma, istek ve ihtiyaç-larını O’na arz ederek lütfunu dileme, seslenme ve yardıma çağırma…” gibi anlam-larda kullanılmıştır. Dua, bütün benliğimizle Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerimizi O’na arz etmemiz ve O’na niyazda bulunmamızdır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan bizlerin sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu-muz bir köprüdür.
Dua, aynı zamanda zikir ve ibadettir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.s), “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî, “Da’avât”, 1) buyurmuştur. En önemli ibadet olan namazımız da, “dua” kelimesiyle ifade edilmiştir (En’âm, 6/52; Kehf, 18/28). “Namaz” anlamında kullanılan “salât” kelimesinin asıl manası da “dua”dır.
Başımız dara düştüğünde dua etmemizin yanı sıra özellikle refah ve rahatlık du-rumlarımızda da ibadet ve dua ederek Rabbimizi hatırlamamız kulluğumuzun bir gereğidir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın emir ve yasaklarını gözet ki, O’nu önünde bulasın. Bolluk içindeyken (emir-lerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın.”
Şunu da unutmayalım ki ibadet/dua etmeye ihtiyacı olanlar biz kullarız. Allah’ı-mızın hiçbir şeye ve bizim kulluğumuza ihtiyacı yoktur. Bu husus (manası Allah’a, sözleri Peygamberimize ait) kutsi bir hadiste şöyle açıklanmıştır:
“…Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız…” (Müslim, “Birr”, 55; Tirmizî, “Kıyamet”, 49)
Akıl ve irademizle, inanç ve eylemlerimizi seçme ve gerçekleştirme hususun-da özgürlük verilen bizlerin, yaratılışımızdaki amaca aykırı bir tavır sergilememiz çıkmaz bir yoldur. Biz insanlar için en büyük suç, -ister sözlerimizle ister davranış-larımızla olsun- kendi benliğimizi, gerçek insanlığımızı ve insanlık değerimiz olan izzet ve onurumuzu kazandıracak olan Allah’ın dinine ve O’na kulluğuna önem vermememizdir.
Bizleri yaratan, yaşatan ve rızık veren Rabbimize dua/ibadet etmez isek; bizlere yüce Yaratıcımız tarafından ihsan edilen üstün değerin kıymetini bilmemiş, O’nu yalanlamış ve O’nun katında “önemsiz /azabı hak etmiş bir varlık” hâline gelmiş olu-ruz. Zira “Dua/Kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.” (Mümin, 40/60)
Öyleyse böyle bir duruma düşmekten sakınalım. Her zaman Rabbimizle irtiba-tımızı sürdürelim. Çünkü dua biz müminlerin tüm hayatımızı kapsayan sürekli bir kulluktur.