“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan, 25/67)
Dinimiz, israf ve savurganlığı yasaklarken, aynı zamanda şahsi mülkün ve tüm insanlığın ortak varlığı olan doğal zenginliklerin kullanımı ile ilgili belirleyici önemli ilkeleri de getirir. Eşyanın kullanımındaki yanlışlık dinimizde israf olarak isimlendi-rilmiştir. İsraf, sadece sahip olduğumuz özel mülkiyetin bilinçsizce tüketilmesi de-ğil, aynı zamanda doğal kaynakların kötü tüketimini de içermektedir. Bu konudaki kural tanımazlık tüm bu nimetlerin yaratıcısı ve sahibi olan yüce Rabbimize karşı da bir saygısızlıktır.
Dünyamızın sahip olduğu kaynakların sınırlı olduğunu bugün her zamankinden daha iyi biliyoruz. Savurganlık ve aşırı tüketim sadece bizleri değil, dünyayı ken-dilerine emanet edeceğimiz gelecek nesilleri de etkileyecektir. Bu nedenle tüketim konusunda bilinçli ve duyarlı olmak zorundayız. Bilimsel bir gerçek olan kâinatın çok hassas dengelere sahip olduğu gerçeği, Kur’an’ın, “Şüphesiz, Biz her şeyi bir ölçü-ye göre yaratmışızdır” (Kamer, 54/49) buyruğu ile örtüşmektedir. Yeryüzünde bizlere verilmiş olan tasarruf yetkisi göz önüne alındığında, bu ölçüye dikkat etme ve onu koruma görevinin kulluğumuzun bir parçası olduğu açıktır. Ahzâb suresinin, “Şüp-hesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzâb, 33/72) ayetinde ifadesini bulan “emanet”in kapsamı içerisine, sahibi olduğumuz nimetler yanında doğal kaynakların korunması da girmektedir. Bu nedenle bizzat sahip ol-duğumuz eşya kadar doğal kaynakların yerinde kullanılması da son derece önemli bir sorumluluk/emanet bilincini gerektirmektedir.
Dinimiz bize genel olarak eşyadan ve çevreden faydalanmamıza izin verir, ancak bu faydalanma insana gereksiz/keyfî kullanım hakkını vermez. İsraf ve savurganlık Allah tarafından yasaklanmıştır: “Ey Âdemoğulları her mescide gidişinizde süslü, güzel elbiselerinizi üzerinize alın, yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31) ayetinde, yemek ve içmek hayatın düzeni için gerekli olan kay-naklardan yararlanmayı ifade etmektedir. Ancak bu yararlanmanın sınırları çizile-rek, eşyadan istifadenin sürekli bir şekilde olması için yersiz tüketim yasaklanmıştır. Bu nedenle, dünya nimetlerinden yararlanırken sınırsız ve sorumsuz bir tüketim anlayışıyla hareket edemeyiz. Aksine, bütün hareketlerimizi ve tüketim anlayışımızı Kur’an’ın önerdiği şu orta yol ilkesine dayandırmak zorundayız:
“Bir de akrabaya, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böyle saçıp savuranlar şeytanın dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsrâ, 17/26-27)
Sevgili Peygamberimiz de israf hakkındaki örnek tutumunu, abdest alırken bile gerekenden fazla su kullanılmasını mekruh sayarak göstermektedir. Konuyla ilgili olarak nakledilen bir hadis şöyledir:
“Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber (s.a.s) çıkageldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce; ‘Bu israf da ne?’ diye müdahale etti. Sa’d’ın, ‘Abdestte israf olur mu?’ diye sorması üzerine Resûlullah (s.a.s) şu açıklamayı yaptı: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da.” (İbn Mâce, “Tahare”, 48)
Bu hadis-i şerif, israfın sadece abdest almada fazla su kullanmayla ilgili olmadı-ğını, söz konusu yasağın, kazanılması için emek ve zahmet gerektirmeyen, para har-canmayan bir eşya söz konusu olduğu zaman bile geçerli olduğunu ifade etmektedir.
İslam’ın israf ve savurganlığı bu kadar şiddetle yasaklamasının birçok nedeni vardır. Bunlardan sadece şunu düşünmek bile bu yasağın hikmetini anlatmaya ye-ter: Dünyada yaşamakta olan yaklaşık 6 milyar civarındaki her bir insanın, sadece bir defaya mahsus olmak üzere eğlence için bir ağaç kestiğini, bir hayvanı öldürdü-ğünü veya bir ekmeği çöpe attığını vs. var sayacak olursak elde edeceğimiz israfın matematik hesabı korkunç boyutlara ulaşacaktır. Bütün bunların ışığında nehir ke-narında abdest alan kişinin suyu dikkatli kullanmasını emreden Hz. Peygamber’in ne kadar anlamlı bir mesaj verdiği daha iyi anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, insanlığın ortak malı olan dünyayı korumak onun içinde yaşa-yanların ortak görevidir. Bu konuda hepimize görevler düşmektedir. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek ve daha güzel bir çevre için hepimiz üzerimize düşen görevlerin bilincinde olmalıyız. Sahip olduğumuz eşyayı, onları yaratan ve bizlere ikram eden yüce Allah’ın bir emaneti görerek ölçülü ve bir ibadet anlayışı içerisinde kullanmalıyız.