“Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.” (Duha, 93/4)
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in tasvirine baktığımız zaman dünya hayatının insanı aldatan bir meta (Âl-i İmran, 3/185), faydası ahirete göre daha az (Tevbe, 9/38), oyun, oyalanma ve eğlenceden ibaret olduğunu (Enam, 6/32) görmekteyiz. Bu durumu şu âyet gayet net bir biçimde gözlerimizin önüne sermektedir:
“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe dönerler. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir. Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”
Kur’an-ı Kerim yaklaşık altmış âyette dünya hayatına nötr bir yaklaşım ser-gilemekte, elli âyette olumsuz, yedi âyette ise olumlu mana yüklemektedir. An-cak şurasını gayet iyi bilmek zorundayız ki çizilen bu olumsuzluk, onun ontolojik (kevnî) oluşumuna değil, âhireti ihmal etmeyi yeğleyen hayat tarzınadır. O halde Kur’an’ın bu şekilde tasvir ettiği dünyanın daha ziyade “ahlakî” ve “dinî” bir terim olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Buna mukabil coğrafî anlamda yeryüzü için Kur’an da “arz” kavramı geçmektedir. Bu durumda âhiret amellerine engel olma-yan dünya hayatının meşrû, mubah, nimet ve mutluluk vesilesi olduğunu dikkate almamız gerekir.
Bununla birlikte dünya ve âhiret arasında bir tercih mecburiyeti bulunduğunda, konumuzun başında bulunan ayette belirtildiği gibi bizden âhiret hayatının önce lenmesi istenmiş, aksi davranış ise kınanmıştır (İbrahim, 14/3). Bu durumu bir başka âyet daha net bir biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre; Hz. Peygamber dünya ziynetlerine meyleden eşlerini bizzat Kur’an’ın emrine uyarak ikaz etmiş, ya dünya hayatının süsünü, ya da onlardan Allah’ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih etme-lerini istemiştir (Ahzâb, 33/28–29).
Peygamber Efendimiz de dünya hayatında kendisini bir yolcu gibi görmüş, ebedî yurdu unutmayarak ona göre hazırlık yapmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. Ona göre dünya uzun bir yolculuk esnasında gölgelenmek için, geçici olarak altında gölgelenilen bir ağaç gibidir (İbn Mâce, “Zühd”, 3).
Netice itibariyle Müslüman ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için dünyasını ihmal etmelidir. İkisi arasında bir denge gözetmelidir. Bizler dünya hayatının bir im-tihan sahası olduğunun farkında olmalı, bu fırsatı iyi değerlendirmeli ve hesabımızı ona göre yapmalıyız. Zira ahiretteki mevkiimiz dünyadaki çalışmamızın bir nevi ürünü olacaktır. Unutmayalım ki dünya nimetlerine meylederek ahiret kazancını geri plana itenler hakikatte kendilerine çok yazık etmiş olacaklardır.