Tam adı Mehmet Ekrem Salih olan Türk arkeolojisinin büyük ismi; yetiştirdiği ve Türk üniversitelerinde hocalık yapan, alanının önde gelen sîmâları olarak temâyüz etmiş pek çok arkeolog olması dolayısıyla “hocaların hocası” unvânıyla anılan Ekrem Akurgal, bugün İsrail’in kuzeyinde yer alan Hayfa’nın Tulkarem kasabasına bağlı bir kıyı yerleşiminde, bir arkeolojik yerleşim olan Caesaria kentinin yakınlarında dünyâya gelmiş ve iki yaşına kadar burada kalmıştır. İstanbul’da bir müddet ikâmet eden âile, Ekrem üç yaşına geldiğinde Akyazı’daki çiftliklerine yerleşmiş; geleceğin büyük arkeoloğu da beş yaşına dek bu çiftlikte yaşamıştır.
1916’da okumak üzere İstanbul’a, halasının yanına, gönderilen Ekrem, 1917’de Mercan Sultânîsi’ne girmiş, dört yıl burada tahsîl gördükten sonra öğrenimini Vefa İdâdîsi’nde sürdürmüştür. Dokuzuncu sınıfta İstanbul Lisesi’ne geçen Ekrem, İkbal Kıraathânesi ve Sultanahmet’teki poker kulüplerine müptelâ olunca, bu iptilâsından kurtulabilmek için babasından kendisini okula leylî, yâni yatılı yazdırmasını istemiş ve bu sâyede okulunu birincilikle bitirebilmiştir. G. Tok’tan öğrendiğimize göre, bu yıllarda edebiyâta ilgi duyan, Ahmed Hâşim’e ve Peyami Safa’ya şiir ve hikâyelerini gösteren Ekrem’in birkaç hikâyesi o zamanki bâzı gazetelerde neşredilmiş, edebiyâtı bir ukde olarak içine yerleştirip “şimdilik” kaydıyla Hukuk Fakültesi’ne girmiştir.
O günlerde Atatürk’ün târih teziyle de ilgilenmeye ve bu konuda neşredilen yazıları tâkip etmeye başlayan Ekrem, bir gazete haberinde İstanbul Erkek Lisesi’nin 1930 – 1931 mezunlarından Avrupa sınavlarına aday gösterilen üç kişinin arasında kendi resmini ve ismini görünce derhâl bu sınava katılıp târih ve arkeoloji kontenjanına adını kaydettirmiş ve neticede arkeolojiye ayrılan tek kontenjana alınarak 1932 sonbaharında Almanya’ya gönderilmiştir. Nazi iktidarının yükselmeye başladığı muhâtaralı bir dönemde, bir yıl Schlupsorta Gymnasium’unda eğitim aldıktan sonra 1933 – 1940 arasında ünlü arkeolog Gerhart Rodenwalt’ın yanında klâsik arkeoloji tahsil eden ve 1939’da Lykia kabartmaları hakkındaki doktora tezini bitiren Ekrem Akurgal’ın bu çalışması, 1942’de Berlin’deki Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından Griechische Reliefs aus Lykien adıyla neşredilmiştir. Akurgal, Hitler’in Polonya’yı işgâli üzerine, Türkiye’den gelen tâlimatla 1940 Kasım’ında ülkeye dönmüştür. 1941’in ilk günü, DTCF’de asistan olarak göreve başlayan ve Harpy Anıtı hakkında Berlin’deyken hazırladığı tezle doçent olan Akurgal, yazılı bir tezle bu unvânı alan ilk ilim adamımızdır.
İlk iş olarak fakültedeki arkeoloji kitaplığını genişleten Akurgal, ilmî çalışma vasatını sağladıktan sonra 1948’den îtibâren Anadolu arkeolojisine katkı yapacak ve antik İonya üzerine yoğunlaşacak kazı çalışmalarına başlar. Böylece kırk yılı aşacak bir mesâiyle Smyrna (1948 – 1951 / 1966 – 1992), Phokaia (1952 – 1957 / 1970), Daskyleion (1953 – 1959), Pitane (1959) ve Erythrai (1964 – 1982) gibi kentlerle Sinop’ta kazı çalışmaları gerçekleştirip bunların ilmî yayınlarını yapan Akurgal, 1949’da profesör olmuştur. Türk arkeolojisine hizmetlerinin yanı sıra, Katharina Otto-Dorn’u Türkiye’ye çağırarak 1956 yılında Türk Sanatı Tarihi Kürsüsü’nün de kurulmasını sağlayan Akurgal, 1943’te üye olduğu Türk Tarih Kurumu’nun, birincisi 1951 – 1961 arasında, ikincisi 1982 – 1983 arasında olmak üzere iki ayrı dönem Genel Sekreterliği görevini yürütmüş, 1957’de ordinaryüs unvânını almış, 1958 – 1959’da DTCF’nin dekanlığını deruhte etmiştir. Diğer yandan 1956’da DTCF’nin ilmî bir yayını olan Anatolia dergisini kurarak altı yıl boyunca idâre eden Akurgal, yurtdışında da Epigraphica Anatolica ve Kadmos adlı Alman dergilerinin, Arceo adlı İtalyan dergisinin editörlüğünü yapmıştır.
Bu idârî işler bir tarafa bırakılacak olursa, onun en önemli ilmî başarısı, klâsik arkeolojinin stil kritiği adı verilen târihlendirme yöntemini Ön Asya ve Anadolu’nun mühim uygarlıklarının sanat eserlerine uygulamak sûretiyle oluşturduğu kronolojiler ve hâlâ verdiği adla anılmaya devâm eden sanat dönemlerini tasnif etmek olmuştur. Bu yolda ilk çalışma, 1946’da yayınlanan Remarques Stylistiques sur les reliefs de Malatya adlı eser olmuş, burada Malatya’daki Geç Hitit kabartmaları ele alınmış, üç yıl sonra yayınlanan Spathethitische Bildkunst adlı eserinde Geç Hitit tasvir sanatlarının evreleri bir sentez hâlinde ortaya konulmuştur. Akurgal, 1955 yılında ise bu defâ Phrygische Kunst adlı eseriyle Frig sanatını ele almıştır. Anadolu ve Hitit sanatlarına dâir genel nitelikli büyük kitaplarının ardından 1968’de Urartu sanatını ve eski İran sanatıyla ilişkilerini incelediği Urartaische und Altiranische Kunstzentren adlı kitabı Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Ekrem Akurgal’ın, kendi ifâdesine göre, en önemli eseri, Doğu sanatlarını incelerken ulaştığı sonuçları yılların ilmî birikimiyle ortaya koyup bunların Yunan sanatının oluşumu ve gelişimi üzerindeki tesirlerini ele aldığı Orient und Okzident adlı eseridir. 1966’da Almanca olarak neşredilen bu eser, iki yıl sonra The Birth of Greek Art adıyla İngilizce’ye ve ayrıca İtalyanca’ya çevrilmiş, Amerika’da da basılmıştır. Ne yazık ki bu eser, ilim adamının kendi ana dilinde hâlâ neşredilmemiştir. Türk arkeoloji ilminin tanınırlığını artırmak amacıyla yayınlarını özellikle yabancı dillerde yapan Akurgal’ın 1980’ler ve 1990’lar boyunca, önceki yayın faaliyetlerinin muhassalası olacak türde Türkçe kitapları da neşredilmiştir.
Ömrü boyunca Türkiye üniversiteleri dışında pek çok Avrupa üniversitesinden şeref doktorası alan, aralarında Alman ve Avusturya arkeoloji enstitülerinin de bulunduğu pek çok ilmî kuruluşun ve Avusturya Akademisi, İsveç Akademisi, Fransız Akademisi, İtalyan Akademisi gibi saygın kurumların aslî üyesi olan Akurgal, 1979’da Federal Almanya Büyük Liyâkat Nişanı Yıldızlı Rütbesi’nin ve Goethe Madalyası’nın, 1981’de T.C. Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nün, 1987’de İtalyan Commandatore Nişanı’nın ve 1990’da Fransa Cumhurbaşkanı tarafından tevcih edilen Legion d’Honneur Officier rütbesinin sâhibi olmuştur. İlmî mesâisiyle Türk arkeolojisine yaptığı katkılar sâyesinde ve ortaya koyduğu çalışmaların gücüyle yabancı ilim çevrelerinde millî arkeolojimizin îtibârını artıran “hocaların hocası”, o dönemki cumhurbaşkanının uygun bulmaması üzerine, ne yazık ki vasiyetine uygun olarak on yıllar boyunca gün yüzüne çıkardığı antik Smyrna kentine değil, Kokluca Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Göktürk Ö. Çakır