“De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’râf, 7/32)
Yüce Mevlâmız, tüm temiz, iyi ve güzel olan şeyleri kulları için yarattığını ve bunlardan kullarının istifade etmesini kendi iradesi dışında haram kılabilecek başka bir merciin olamayacağını istifham üslubuyla bildirmektedir. Dolayısıyla, haram ve helal kılma yetkisi sadece yüce Allah’a aittir.
Yüce Rabbimiz, bu âyette dünya hayatında kulları için güzellikler, iyi, hoş ve te-miz rızıkları nimet olarak bahşettiğini hatırlatmaktadır. Bu itibarla insana düşen gö-rev hakiki mülk ve nimet sahibini bilerek O’na iman etmektir. Zira dünya hayatı in-sanoğlu için bir imtihan olduğundan, hayatın güzel nimetlerinden bütün mahlûkat istifade etmektedirler. Bundan dolayıdır ki inanmayan bir kimsenin dünya hayatın-da müminden daha büyük bir paya ve nimete kavuşmuş olması mümkündür. Fakat iyi ve güzel şeylerin iman temeline göre dağıtılacağı ahirette ise, bütün bu güzel ve temiz şeyler sadece müminlerin istifadesine sunulacaktır. Diğer tarafta, Allah’a karşı isyan tavrını benimsemiş olan inançsız kimseler, bu dünyada O’nun nimetleriyle yaşamalarına rağmen, ahirette bu ikramlardan hiçbir şey alamayacaklardır.
Yüce yaratıcımız, bahşettiği sayısız nimetler mukabilinde bizlerden şükür iste-mektedir. Nimetlere şükretmek, hem nimetlerin sürekli olmasını sağlar, hem de yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmamıza vesile olur (İbrâhîm, 14/7). Dünya ha-yatında bizlere bahşedilmiş pek çok güzel nimet içerisinde en güzel olanı, şüphesiz ki; yüce Allah’ı tanıma ve O’na inanma nimetidir. Diğer bir ifadeyle, mümin olma şerefini yakalamış olmak, nimetlerin en güzeli ve en üstünüdür. Çünkü bizler ancak imanlı olduğumuzda dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebiliriz. Yüce Mevlâmızın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak, mazhar olduğumuz nimetle-re karşı yapacağımız en güzel şükürdür. Bu itibarla sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ibadete olan düşkünlüğüne taaccüp eden sahabeye “Şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verirdi (Buhârî, “Teheccüd”, 6). Zira Cenab-ı Hak, O’nu peygamber seçmek-le büyük bir nimette bulunmuştur. O da nimete şükrünü çok fazla ibadet ederek yerine getirmeye çalışırdı.
Bu bakımdan sahip olduğumuz nimetlerin karşılığında şükür ve ibadette de-vamlı olmak gerekir. Allah’ın bize bahşettiği nimetler karşısında azıp şımarmamak gerekir. Nimetlere nankörlükle mukabelede bulunmak, nimetlerin elden çıkmasına ve yüce Allah’ın gazabına uğramaya sebep olur. En büyük nankörlük, sayısız gü-zel nimet içerisinde bulunup da bu nimetlerin sahibini tanımamak ve O’na kulluk yapmaktan imtina etmektir. Bu yüzdendir ki, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de inançsızlıkla nankörlük aynı kelimelerle ifade edilmiştir (İbrâhîm, 14/28; Nahl, 16/55).
Bizleri yaratan yüce Rabbimiz, ihtiyaçlarımızı meşru çerçevede karşılayabileceği-miz helal ve temiz nimetleri de yaratmıştır. Bunlardan istifade ederken ölçülü olma-lı, başkalarının da bu nimetlerden yararlanma haklarına saygılı olmalı ve en önemlisi yüce yaratıcımıza şükretmeyi unutmamalıyız. Bilmeliyiz ki, nankörlükle mukabele gören nimetler geri gelmemek üzere elden çıkar ve sonunda yüce yaratıcının gaza-bına uğramak kaçınılmaz olur.