Davos’un Türkçe propagandisti Cüneyt Zapsu’nun Bloomberg’e verdiği mülakatın sosyal medyadaki dolaşımını siz de görmüşsünüzdür. “Filmlerde gördüğünüz şeylerin hepsi gerçek olacak” diyen Zapsu’nun büyük bir heyecanla Türklere anlattığı yahut pazarladığı şey, işte gerçek oldu.
Aslına bakarsanız Zapsu’nun söylediklerini sadece filmleri değil genetik mühendislik yahut biyo-teknoloji ile ilgili gelişmeleri takip edenler biliyordu. 2010’da Tapınakçılar’ın kurduğu şeytanilerin merkez üssü İsviçre’de büyük baronların kontrolündeki Novartis, ‘Sensor Based Drugs’ adını verdiği sensörlü/çipli ilaç ve aşılar geliştirdiğini duyurmuştu. Bir yıl kadar sonra ise tıp çevrelerinin Vatikan’ı FDA, ‘Sensor Based Drugs’ adıyla Novartis ilaçlarını ruhsatlandırdı.
Yutturulan bu sözde ilaçlar, mide asidi ile aktive oluyor ve ardından kablosuz haberleşme başlıyor. ‘Strategic Program Director, Data42’ adı verilen Microsoft’un da işin içine dâhil olduğu yeni proje/ler çok büyük medikal buluş veya devrim olarak takdim ediliyor. Erken teşhiste kolaylık gibi pazarlanan iş, uzun zamandır Pentagon’un da gündeminde. ABD, askerlerini bir robot gibi uzaktan kontrol edip yönlendirmeye çalışıyor. Aynı meseleyle Çin’in de ilgilendiği bir sır değil.
Vücuda yerleştirilen bu çipler, herkesin kimliği yerine geçecek, herkes böylece kontrol altında tutulacak, çip takılmayı reddedenlere sağlık sigortası yapılmayacak, bankada hesap açılmayacak. Yani bütün dert insanın robotlaştırma usulleriyle kontrolü. Ya gönüllü teslim olacağız, ya genetiği değiştirilmiş virüsler aracılığıyla teslim alacaklar yahut da direnip özgür kalacağız.
‘Taş devrinden sonra nasıl bizim cinsimiz yaşayabildi?’ diyerek evrime inancını izhar eden Zapsu, “Çok değil 15-20 sene sonra insanların bambaşka bir cins haline gelme durumu var. Bu, şu anda yaşadığımız son normal insan jenerasyonu…” diyor ve son yılların şişirilen Yahudi’si Yuval Noah Harari’den örnekler veriyordu. Belli ki vicdansız teröristlerin fikirlerini yayacaklardan biri de Harari’nin kitapları olacaktı ve öyle olmaya devam ediyor.
Davos’ta yaygınlaştırılması kararlaştırılan ID2020 adlı proje ise, insanı insanlıktan çıkarıp ID’si üzerinden güdecekleri robot insan olmanın başlangıcı olan dijital kimlikmiş.
Silikon ve metal karışımından oluşan, kablosuz haberleşme sağlayan yani RF / Wi-Fi özelliğine sahip ilaç ve aşılar ise geleceğin hırsızı bir teknoloji. Kılıçtan keskin bu sözde ilaç, daha gerçekçi ifadeyle biyo-nanogenetik silah, bir saç kılından 10 kat daha ince. Yani bir saç kılı 50 mikro milimetre iken, bunlar 5 mikro milimetre. Bu yüzden çıplak gözle görülmesi mümkün değil.
İnternetin IP ve cep telefonlarının IMEI numarası gibi her biri özel bir ID/IP’ye sahip. Bunu yutan kişilerin bedenleri ve muhtemelen beyinleri, cep telefonu teknolojisi ile uzaktan yönetilebilir hâle getiriliyor. Kimse bunun üzerine kafa yormuyor. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu teknolojinin Türkiye’de uygulanması gerektiğini söylemişti. Türkiye’de süreç ne aşamada bilmiyoruz.
İlk olarak organ nakli olan ve organ yetmezliği yaşayanlar için kullanılacağı duyurulan bu teknoloji, artık herkes için geçerli. Hatta hasta olmanıza bile gerek yok. Bebeğinize aşı yaptırdığınızda yahut yarın korona aşısı diye önünüze konulacak olan yeni biyo-nanogenetik ilaç/aşı/silah, haberiniz bile olmadan size de enjekte edilebilir.
Sonrası basit…
Cep telefonunuza bir mobil uygulama yükleyeceksiniz. Cihazınıza, size enjekte edilen ‘Sensor Based Drug’un ID numarasını girdiğinizde işlem tamam. Projenin sahiplerinin sizi izlemesi için buna da gerek yok. Size ait ID zaten düşmanınızca biliniyor ve bu yeni düşman 5G teknolojisi ile hücrelerimize kadar girecek internet sayesinde. Artık sizi birileri uzaktan izleyip dilediğinde müdahale edecek. Pazarlama bahaneleri ise “Hastaneye gitmeyeceksiniz, kan ve diğer değerlerinizin kontrolü, ilaçlarınızın dozu otomatik ayarlanacak” vs.
Bu hususla ilgili 2012 yılında Popular Science dergisinde yer alan bir haberde, David H. Koch Enstitüsü Başkanı Prof. Robert Langer’ın geliştirdiği küçük silikon çiplerden oluşan bir ilaç kaynağı cihaz duyurulur. Haberde “İlk olarak kemik erimesi hastalığı olan kadınları kapsayan çalışmada, kablosuz mikroçipler başarılı bir şekilde hastalara günlük ilaçlarını verdi. Gelecekte herkesin vücuduna yerleştirilecek olan bilgisayarlı dispanserler, eczane ve doktorun yerini alacak. Vücudunuzdaki bu cihaz, kanınıza uygun dozda ilaçları otomatik olarak dağıtacak. Bu küçük kablosuz çipler, ağrıyı ve rahatsızlığı azaltacak ve butona basılmasıyla hastalar ihtiyacı olan ilacı tam olarak uygun dozda alacaklar. Gerektiğinde uzaktan aşılanabilecekler” deniliyordu.
Dikkat edin, bilim kurgu filminden değil, başlamış bir uygulamadan söz ediliyor!
‘İSRAİL ASKERLERİNİN DERİSİNDE ÇİP VAR’
HAMAS’ın askeri kanadı İzzettin El Kassam Tugayları, 2014’de benzer bir teknoloji ile ilgili açıklama yapmış ve bir de görüntü paylaşmıştı. Açıklamaya göre Hamas, rehin alınan İsrail askerlerinin derilerinin altında elektronik çip tespit eder. İsrail, kaçırılan veya esir alınan askerlerinin yerini bu çipler sayesinde biliyor. Hamas, çipleri deri altından çıkarınca İsrail çaresiz kalır. Ancak bu teknoloji çok gerilerde kaldı. Şimdi kanınızda dolaşan ancak kimsenin yerini tespit edemediği internete bağlı gözle görülmesi imkânsız aygıtlar var.
KORONANIN ASIL AMACI BU ÇİPLER Mİ?
Dünya Sağlık Teşkilatı’nın eski uzmanlarından Peter Koenig’e göre, bu salgının bir amacı da çipli ilaç ve aşıları yaygınlaştırmak. Yani Davos’ta kararlaştırılan ID2020’yi hayata geçirmek. Ona göre, bu son pandemi harekete geçmek için süper bir katalizör görevi görecek. Bütün bunlar afaki şeyler değil. Hepsi resmi siteleri id2020.org’da zaten anlatılıyor. Mühim olan olup biteni doğru tahlil edebilmek, devlet ve millet olarak gereken tedbiri alabilmek.
Koenig’e göre, korona virüsü aşısı tüm ülkelerde zorunlu tutulacak ve herkes bu aşıda bulunan nano teknoloji ürünü kimlik çipleriyle kayıt altına alınacak. Yani Sensor Based Drug ile… Köşeye sıkışan devletler de çareyi bunda arayacak… Hatta ‘önce bize ver’ diye yalvar yakar olacak.
Dahası bu uygulama, Türkiye’nin birkaç katı nüfusa sahip ve Hasan Sabbah geleneğinin devamı olan Thug terör örgütünün yönetimindeki Bangladeş’te başlamak üzere. Peter’in yazısında göreceğiniz üzere, 2020 Ocak ayındaki Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda alınan karar gereği, Bill Gates’in başkanlık ettiği “Küresel Aşı Birliği” ve destekçilerinin öncülüğünde ID2020’nin yani “Dijital Kimlik Programı Projesi” ilk olarak Bangladeş’te uygulanacak.
İNSANLAR NASIL İKNA EDİLİYOR?
İkna etmenin en kolay yolu korkutmak! Kimini sağlıkla, kimini ölümle, kimini makamla, kimini de parayla.
“Bu hapı yutarsanız koronadan kurtulacaksınız, bu aşıyı olursanız korona olmayacaksınız, olsanız bile doktorunuz anında haberdar olacağı için acil müdahale ile kurtulacaksınız” denilince kaç kişi itiraz edecek? Çok az öyle değil mi? Çokları zaten bunu bekliyor.
Kimileriyse Bitcoin gibi sanal varlıklarının, banka hesaplarının hacklenmesinin derdinde. Onlar için de çare var. “Güvenilir bir kimlik oluşturma: Blockchain ID” adlı çalışmada “Kimsin” diye sorulup, “İster uçağa biniyor, ister banka bakiyemizi kontrol ediyor, isterse bir kamu hizmeti faturası ödüyor olsak da, düzenli olarak kim olduğumuzu ispatlamamız gerekiyor. Ancak, dünya genelinde 1 milyardan fazla insan kim olduklarını kesin olarak ispat edemez. Ayrıca her yıl sadece 15 milyondan fazlası kimlik hırsızlığının kurbanı oluyor. Bunu akılda tutarak, kuruluşlar ve bireyler için kimlik yönetimini modernize etmek maksadıyla benzersiz bir dijital kimlik prototipi geliştirdik. Blockchain ve biyometri gücünden yararlanan sistem, dijital kimliklerin oluşturulmasını, izlenmesini ve korunmasını daha verimli, kullanıcı dostu, güvenli ve dolandırıcılığa daha kapalı hâle getiriyor” diye cevaplanıyor bu suâl.
Damarlarınızda dolaşacak internete bağlı bu nano teknoloji ürünü ile parmak izleriniz, ses, yüz ve iris verileriniz üzerinde bir ID oluşturuluyor. Sonrasında hesaplarınız güvenli(!). Peki ya siz?
Hesaplarınızı güvenlik altına aldırırken beyninizin hacklenmesi için tüm kapıları ardına kadar aralayıp, anahtarı da hırsıza veriyorsunuz. O hırsızın kim olduğunu söylemeye gerek yok değil mi?
BU PATRONLARI KİM YEDİ?
Medyaya yansıyan bilgilere göre dünya korona ile korkutulurken, Davos sürecinde SAP CEO’su Bill McDermott 10 Ekimde, Renault’un CEO’su Thierry Bollore’nin 11 Ekimde, McDonald’s CEO’su Steve Easterbrook 4 Kasımda, T-Mobile’ın CEO’su John Legere 19 Kasımda, Circle CEO’su Sean Neville 5 Aralıkta, Turvo CEO’su Eric Gilmore 14 Aralıkta, BMW Group’un CEO’su Harald Krueger 31 Aralıkta, Google’ın kurucuları Larry Page ve Sergey Brin 3 Ocakta, Seat’ın CEO’su Luca Meo 8 Ocakta, Boeing CEO’su Dennis Muilenburg 13 Ocakta, IBM CEO’su Ginni Rometty 31 Ocakta, Linkedln CEO’su Jeff Weiner 6 Şubatta, Credit Suisse’in CEO’su Tidjane Thiam 7 Şubatta, Tendermint Labs’ın başkanı Zaki Manian 19 Şubatta, Walt Disney’in CEO’su Bob Iger 26 Şubatta, Harley Davidson’un CEO’su Matthew Levatich 2 Martta, Nokia’nın CEO’su Rajeev Suri 3 Martta olmak üzere yaklaşık 1700 büyük şirketin genel müdürü veya yönetim kurulu başkanı görevlerinden “kendi istekleri” ile el çektiriliyor.
Görevlerinden el çektirilenlerden biri de, Microsoft’un Yönetim Kurulu Başkanı, dünyanın en zengini diye pazarlanan Bill Gates’miş. LSD (Lizerjik asit dietilamidi) bağımlısı Gates istifasından sonra “zamanının tümünü aşı çalışmalarına ayırmak” istediğini açıklamış.
Norveç’teki milyonlarca tohumun saklandığı depoyu da yönetmekte olan şeytanîlerin Gates’i, Çin’deki korona salgınından sadece 2 ay önce de Davos Dünya Ekonomik Forumunda ilaç şirketleri ile düzenlediği salgın tatbikatında, dünyada 65 milyon kişinin yakında ortaya çıkacak bir hastalıktan öleceğini dile getirmiş.
O halde şimdi soralım…
Bu büyük şirketlerin yöneticilerinin birkaç ay içinde görevlerinden el çektirilmelerinin sebebi ne olabilir? Hangileri hangi stratejik görevlere getirilecekler?
Bill Gates, Çin’de korona görülmeden, koronadan 65 milyon kişinin öleceğini niçin söyledi? Bu virüsü yayan kuruluş Bill Gates Vakfı mı? Bu suâllerin cevabı için zamana ihtiyaç var gibi gözükse de, görebilen için belli…
ERKEKLİĞİ YOK EDEN VİRÜS
Kissinger, Bill Gates, David Rockefeller, Waren Buffed gibi isimlerle, Harvard rektörünün evinde yaptıkları toplantı sonrasında açıklama yapan CNN’in patronu Ted Turner, “225 milyon insandan oluşan bir dünya kurguluyoruz / arzuluyoruz” demişti.
Turner’in cümlesini akılda tutarak, Çin rejiminin resmi yayın organı China Daily gazetesinin Wuhan Tongji Hastanesi yetkililerinin yaptığı testlerle ilgili haberini okuyalım şimdi de. Gazete, covid19’un da kabakulak gibi erkeklerde kısırlığa yol açtığı sonucuna vardıklarını yazdı. Habere göre Çinli doktorlar, virüsün erkek üreme organlarında hasar oluşturabileceğini, virüsün bulaşıp da iyileşen hastaların sperm kalitesinin ölçülmesi gerektiği ikazında bulunuyor.
Nüfusun çokluğundan dert yanan iblislerin fizikî ve aklî engeli olanlar, yaşlılar ve doğurgan kadınların ortadan kaldırılması fikrini söyleyip sahnelemeye başlamalarının üzerinden tam iki asır geçti.
Bu soysuzluğun yeni fikir babası Yahudi Henry Kissinger’in yetiştirmeleri çok daha ötesini yapıyor. Bugün dünyada üç veya dört evli çiftten biri çocuk sahibi olamıyor. Sizce sebebi ne? Unutmayın, satanist baronlar insanlıktan kurtulmak için her türlü kötülüğe hazır.
Bill Gates liderliğinde yürüttükleri aşılama bundan sonra yeni laboratuvar yapımı virüs salgınları ile sürecek. Kendi tedbirlerini alamayan devletlerin işi çok zor.
Dünya Sağlık Teşkilatına göbekten bağlı mevcut sağlık politikaları, tıpçılar ve bilim kurulları ile bu iş daha ileri taşınamaz ve kalıcı tedbirler alınamaz. Türkiye ivedi olarak ilaç ve aşı politikalarını değiştirmek, geleneğe dönmek, Osmanlı usulü aşı ve serum üretmek, bitki tabanlı ilaçlara geri dönmek zorunda. Aksi halde ne bu soyguna para yeter, ne de başkasından medet umarak salgınlardan korunulabilir.
Meselelerin sadece tıbbî olmadığı; ilmin, siyasetin, aklın ve tıbbın bir arada çalışmak mecburiyetinde olduğunu görmek zorundayız.
DSÖ’YE GÜVENEBİLİR MİYİZ?
14 Ocak 2020’de virüsün insandan insana bulaştığının bir delili olmadığı yönünde twit atan DSÖ, bir ay sonra kendi koyduğu kâideleri yok sayarak, pandemi ilan edecek kadar çılgın bir taşeron. Şeytanîlerin maskarası bu kurum, şimdi de aşıların hazır olduğunu söylüyor.
“Kılavuzu karga olanın…” diye meşhur bir sözümüz vardır. İşte DSÖ’ye güvenmek de böyle bir iş. 2009’da domuz gribi palavrası piyasaya sürüldüğünde DSÖ Başkanı Dr. Margaret Chan, ABD nüfusunun yüzde 40’ının domuz gribinden etkilenebileceğini, dünyada ise yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın öleceğini söylemişti.
Devreye giren Dünya Bankası domuz gribinin maliyetinin 3 ila 4,4 trilyon dolar arasında olduğunu, beklentide 142 milyon, iyimser rakama göre ise 70 milyon kişinin öleceğini söylüyordu. Türkiye’de ise dönemin Sağlık Bakanı, “Eğer domuz gribi aşısı yapılmazsa 21 milyon kişi hastalanacak ve 5 bin 300 kişi hayatını kaybedecek” demişti. Eski bir sağlık bakanı ise görevdeki bakan için “İzlediği strateji doğru değil; Azrail’in Türkiye temsilcisi gibi konuşuyor” diye göstermişti tepkisini. Hırçınlaşan bakan, politikalarını eleştiren eski bakanı dövmeye bile kalkışmıştı. TBMM kürsüsünden bu fakirin adı da zikredilerek halk sağlığını tehdit ettiğimiz ilan edilip hakkımızda suç duyurusu yapılacağını söylemişti.
Neticede ne oldu?
Nihayetinde domuz gribi salgınının bir yalan olduğu ortaya çıktı. O gün de okullar tatil edilmiş, insanlar evlerine kapatılmış, ekonomi büyük hasar almıştı. Bugün ile o gün arasında hiçbir fark yok. Yani film 2005’de kuş gribi, 2009’da domuz gribi olarak vizyona girmişti. 2020’de ise yeniden gişe yapmaya başladı ve bu kez eski tecrübeden hareketle daha profesyonelce ilerliyorlar. Erdoğan o gün “Ben aşı olmayacağım” dedi. DSÖ Başkanı da aşı olmadığını ve olmayacağını ağzından kaçırınca oyun bozuldu.
BİYOLOJİK SİLAHLAR NİÇİN KULLANILIR?
Medya, finans kaynakları, yeraltı ve yerüstü zenginlikler, ilaç, aşı, tohum gibi alanların hâkimi, çoğunluğu satanist baronların çok sayıda gizli ajandası var. Ne yazık ki, günümüzde biyo-nanogenetik silahların riskleri konusu yeterince ve doğru bir şekilde gündem yapılmadığı için toplum, bürokrat ve siyasetçiler bu gerçeklerden yeterli düzeyde haberdar değil.
Bu gizli ajandaları detaylandırdığımızda manzaranın korkunçluğu daha iyi anlaşılacaktır.
Bu satanist kişi ve yapılar, büyük kitleleri siyaset, ticaret, kültür, sanat ve dinî hayat gibi alanlardan uzak tutmak istiyor. Bunun için de insanlığın sıhhatinin bozulması en öncelikli hedeflerdendi ve büyük nispette muvaffak oldular. Bir diğer hedefleri, nüfusun azaltılması için kitle ölümlerine yol açmak.
PROGRAMLANABİLEN GENLER DEVRİ
Biyo-nanogenetik ilminin geldiği nokta, tarihte benzeri belki de hiç görülmemiş bir silah ve harp biçimi ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Büyük çoğunluk ve üniversiteler, mevzunun tehlikeli yönünden ziyade, bize anlatılan ‘hastalıkların önlenmesi’ şeklindeki maske boyutu ile ilgililer. Hoş, önlenen bir hastalık şöyle dursun, aksine kartopu gibi artan ve büyüyen hastalıklar ortada iken, kimse şer amaçları maskeleme için kullanılan bilim ve bilimsel yalanlardan söz etmiyor ya da umursamıyor.
Bu gerçeği Lancet Dergisi editörü Richard Horton, Chatham House’un ağzından şu birkaç cümle ile özetliyor: “Bilimsel yayınların çoğu yalan. Sağlam olmayan yöntemlerle sonuçlara varılıyor. Tıp Dünyasında işler çığırından çıktı. Literatür, istatistikî peri masallarıyla kirletildi.”
Artık şartlara bağlı olarak ‘kendini yok eden genler’ adı verilen gelişme ile organizmalar belirli bir çevrede önceden belirlenen miktarlarda kopyalandıktan sonra tamamen yok olacak biçimde programlanabiliyor. Rekombinant DNA teknolojisi ile de ilaç ve aşılar saatli bombalar gibi programlanan zamanlarda aktif olabiliyor.
Bu sayede enfekte olmuş arazi, belirli bir zaman sonra güvenli bir biçimde işgal edilebilecek ve yahut kodlanmış ilaçlarla hapı yutanlar -yani ilaç şeklinde verilen genetik saatli bombanın devreye girmesi ile- yok edile(bile)cektir.
Bundan sonra ya daha karanlık bir çağa gireceğiz yahut da kurtuluşa ramak kaldı. Karanlığa doğru sürüklendiğimiz kesin. Ama ümitsiz hiç değiliz. Korkmaya gerek yok. Çünkü yeryüzünde tek söz sahibi bu haydutlar değil. İyilik ölmedi, iyiler ise tümden sahadan çekilmiş değil. Yeter ki, bu iblislerin bilim dinini sorgulamayı öğrenin, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
İstikbal İslam’ındır! Vesselam!
Kemal Özer