“Tanrı Parçacığı”nın bulunmasıyla insanoğ-lunun en büyük başarılarından birine imza atılmış oldu. Bu başarının ardında geçtiğimiz yüz-yılda iki dünya savaşını yapan ülkelerin bir araya gelmesi, soğuk savaştaki ideoloji merkezli iki ku-tuplu dünya sisteminde iki ayrı kutupta yer alan devletlerin beraber çalışmaları, milyarlarca doların farklı devletlerden gelen bütçeyle oluşturulması gibi uluslararası ilişkiler hatta siyaset felsefesi açısından değerlendirilmesi ilginç olabilecek hususlar var. Bu-rada, bunlara girmeden, çok daha temel olan ve bu keşfi mümkün kılan, din felsefesi açısından önemli bulduğumuz bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Standart modeldeki parçacıkların nasıl kütle kazan-dığı gibi fiziğin dev sorunlarına karşı Higgs, ma-tematik temelli bir açıklama getirdi, bu açıklama sorunları çok başarılı şekilde çözerken, hepimizin içinde olduğu, algılamamamıza rağmen etkileşimde olduğumuz ve bize kütle veren bir alandan- parça-cıktan bahsediyordu. CERN’de böylesi inanılmaz bir iddia doğrulandı. Bu parçacıkla beraber bir kez daha doğrulanan önemli hususlardan biri, bu ba-şarıyı da mümkün kılan bir olgu olan, evrenin di-linin matematik olduğudur. Yani matematiği ev-rene yükleyenin zihnimiz olmadığı ama evrenin özüne içkin matematiksel yapısını evrenden zihni-mizin okuyabildiğidir. Bu, Pisagor, Platon ve Des-cartes gibi felsefecilerle Galile, Kepler, Newton ve Einstein gibi fizikçilerin öngördüğü, felsefi-bilimsel yaklaşımlarını (bilim felsefesinde “realizm” olarak da ifade edilen) bu apriori kabul üzerinde oluştur-dukları bir temeldir.
Einstein, en anlaşılmaz hususun evrenin anlaşıl-ması olduğunu, birçok kişinin dikkatinden kaçan bir husus olan insan zihninin evreni anlamasının öne-mini, bu olgunun dinsel duygularla ilişkisini, ken-dinin Tanrı’ya inancına Tanrı’nın üstün zihnini açığa çıkaran evrendeki rasyonel yapının yol aç-tığını birçok kez ifade etmiştir.16 Eugene Wigner’in dediği gibi “Mucizevi bir
şekilde matematiğin dilinin fizik yasalarını formüle etmeye uygun olması, bizim anlayamadığımız ve hak edecek bir şey yapmadığımız mükemmel bir hediyedir.”17 Burada birbirleriyle ilişkili üç tane ayrı fenomene dikkat etmek gerekmektedir: Birincisi, evrenin matematiksel yasalara uygun rasyonel ya-pıda olmasıdır. İkincisi, insanın bilinç ve mantıksal kurallarla işlemek gibi özellikleri sayesinde rasyo-nel bir zihne sahip olmasıdır. Üçüncüsü, insan zih-niyle evrenin uyumlu olması sayesinde evrenin an-laşılabilmesidir. Din felsefesi açısından bu hususlarla ilgili önemli iddia, teizmin savunduğu bilinçli bir Tanrı’nın varlığının, bahsedilen fenomenleri açıkla-mada ateist-natüralist ontolojiden daha başarılı oldu-ğudur. Buna göre varlık ve zihin arasındaki uyumun kökeninde, evrenin ve zihnin aynı Yaratıcı tarafın-dan yaratılması ve bilinçli bir şekilde bu uyumun oluşturulması vardır. 20. yüzyılın en sofistike ateisti olarak gösterilmiş olan Antony Flew, doğanın ma-tematiğe uygun rasyonel yapıda olmasını, ateizmi terk edip Tanrı’nın varlığına inanmaya başlama-sının sebepleri arasında saymıştır.18 John Polking-horne, evrim teorisinin doğal seleksiyon mekaniz-masının günlük hayattaki sorunlarla başa çıkacak bir zihin yapısı oluşturmasının beklenebileceğini, fakat mikro dünyadaki kuantum teorisinin ve genel izafiyetin kozmolojik sonuçlarını anlayabilecek bir zihin yapısında olmamızın yaşam mücadelesindeki uyum süreciyle açıklanamayacağını söylemektedir. Polkinghorne, bahsedilen fenomenleri açıklamada teizmin ateist-natüralist anlayıştan daha başarılı ol-duğunu ifade etmektedir. Teizmin, “anlaşılabilirlik” ile ilgili soruna sunduğu cevapta olduğu gibi; eğer ki evren ve insanların rasyonel bir Tanrı’nın yarat-masının neticesi olduğu kabul edilir ise, evrendeki düzen ve insan zihninin bu düzeni kavraması ba-şarılı bir şekilde cevaplanabilmektedir. 19
Evrenin rasyonel-matematiksel yapısı ve insan zihninin buna nüfuz edebilmesi konusunda Higgs Bozonu çok enteresan bir örnektir. Fakat bu çok ge-niş konuda bu parçacığa güzel bir örnek olabilme-sinden fazla bir mana atfetmemek gerekir. Bu konu, Higgs Bozonu’nun açıkladığı değil, fakat hatırlattığı önemli bir felsefi konu olarak değerlendirilebilir.