Batı’da Alfarabius veya Avennasar adıyla bilinen ve Türkistan’ın Fârâb şehri yakınlarındaki Vesiç’te doğan, büyük Türk filozofu. İsmindeki Tarhan ibâresinin yanı sıra, İbn Hallikân’a göre üzerinden Türk tipi aba ile külahı hiç çıkarmadığı bilgisi ve doğduğu coğrafya milliyeti konusundaki şüpheleri izâle etmektedir. Nasıl ki el-Kindî Arapların ilk filozofu sayılıyorsa, o da Türklerin ilk filozofu olmak şerefine sâhiptir. Ayrıca ortaya koyduğu eserler ve tefekkür ufkunun genişliği dolayısıyla İslâm literatüründe Aristoteles nasıl ki “Muallim-i evvel” kabûl ediliyorsa, Farâbî de “Muallim-i sânî” unvânını almıştır. Yâni klâsik kaynaklar bu büyük filozofu, insanlığın ikinci öğretmeni saymışlardır. Buna rağmen kendisine yöneltilen “Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?” şeklindeki soruya, bu büyük Yunan filozofunun zamanına yetişseydi, onun en seçkin öğrencilerinden biri olabileceği cevâbını vererek tevâzu göstermiştir. Bu, onun dengeli davranışı seven ve aşırılıklardan uzak olan tefekkür dünyasına da uygun düşen bir cevaptır. Farâbî, korkaklık ve saldırganlık arasında yiğitliği, cimrilik ve savurganlık arasında da cömertliği tebcil eden bir mütefekkirdir. Şüphesiz asıl önemli özelliği, Antik Yunan düşüncesinde Platon – Aristoteles çizgisindeki siyâset felsefesini İslâm’la telif etmeye çalışan ve kendisinden sonra gelenleri bu anlamda etkileyen ilk filozof olmasıdır.
Farâbî’ye göre insanın üstün zekâ ve kavrayışın dışında doğrulara ulaşmak için azim ve kararlılık sâhibi olması gerekmektedir. Klâsik kaynaklarda, öğrenmek konusundaki iştiyâkının bir kanıtı olmak üzere Aristoteles’in De Anima’sını kırk, Fizik’ini de yüz defa okuduğu, kendi diliyle ifâde edilmiştir.
Fârâbî, insanın amacının mutluluk olduğuna, hakiki ve yüksek mutluluğun da ancak bilgiyle aydınlanmak sûretiyle kazanılabileceğine inanmıştır. Bunun “faal akıl” adını verdiği, Tanrı ile onun altındaki varlık alanlarının içinde yer alan irrasyonel bir evrensel bilgi kaynağıyla iletişim kurmayı gerektirdiğini, bu güce sâdece peygamber ve filozofların sâhip olduklarını belirtmiştir. Yine ona göre din ve felsefe bu sebeple aynı kaynaktan beslenmektedir; fakat yine de peygamber filozoftan üstündür; her peygamber filozof olmasına rağmen her filozof peygamber değildir.
Farâbî’ye göre insan tabiatı kötülük ve iyiliğe aynı derecede yatkındır. O, ahlâkın yaparak ve yaşayarak öğrenilen, eğitim ve alışkanlıklar yoluyla kazanılıp, korunmazsa yitirilen pratik bir ilim olduğunu savunur.
Farâbî’nin düşünce târihine en önemli katkısı da ilimlerin tasnifi konusundaki çalışmalarıdır. Kendisinden önce bu alanda yapılan çalışmaları ileri taşımış, Aristoteles ve el-Kindî’den daha tafsilatlı bir sınıflandırmaya giderek ilimleri beş ana başlık altında değerlendirmiştir. Bu, ilmî çalışmaların dayanacağı ilkeler husûsunda bir metod kurucu olarak temâyüz etmesini sağlamıştır. Zaten en büyük başarısı da Mantık’ı ayrı bir ilim olarak ele alıp kendisinden önce çözümsüz kalmış bazı meseleleri çözerek geriye zengin bir literatür bırakmış olmasıdır.
Kendisinin mûsikî konusunda da çok önemli bir yere sâhip olduğunu, hattâ bu konuda Yunanlılardan intikâl eden nazariyat bilgisini ve ses fiziği çalışmalarını tamamlayıp eksiklerini gidermekle bir “ilk öğretmen” sayıldığını da belirtmek gerekir. Hakkında anlatılan masalsı rivâyetler arasında ud ve kânunun mûcidi olduğu bilgisi de yer almakta ise de bu doğru değildir.
Farâbî, Harran, Bağdat ve Şam gibi düşünce ve ilim merkezlerinde bulunmuş, eserlerinin çoğunu Bağdat’ta vermiştir. Felsefesini en fazla yansıtan meşhur eseri, el-Medînetü’l-fâzıla (İdeâl Devlet)’dır. Klâsik kaynaklarda kendisine 7 ilâ 113 eser atfedilmiştir. Büyük filozof, seksenli yaşlarında Bağdat’ta vefât etmiş ve cenâzesinde Hamdânî emîri Seyfüddevle de bulunmuştur.
Göktürk Ömer Çakır