Arapça, görüş, tahmin ve anlamada dikkatli düşünüp isabetli olma anlamında bir kelime. Yakînin açılması, gaybın görünmesi. Firâset, iman makamlarından birisidir. Hz. Resûllullah (s) “mü’minin firâsetinden korkunuz; zira o, Allah’ın nuru ile bakar” buyurur. Bu hususa işaret eden çeşitli âyetler vardır: “Allah’ın göğsünü İslama açtığı kimse, Rabbından bir nur üzere değil midir? “(Zümer/22), “Ölü iken kendisini diriltiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp, ondan hiç çıkmayan kimse gibi olur mu?” (En’am/122). Allah tarafından nura mazhar olmuş kişi ile, olmamış kişiyi anlatan bu âyetlerden şu manzara ortaya çıkmaktadır: 1. Allah’tan bir nura sahip olan kişi, yürüme, hareket edebilme, aktiflik özelliğine sahip iken, 2. Bu nurdan mahrum olan karanlığın pasifliği içinde kalmakta, etrafını çeviren âlemi aşamamakta, oluşa katılmaktan, hakikate ulaşmaktan mahrum kalmaktadır.
Kur’an’da, bu nura ulaşmanın, iman ve amel (veya bilgi ve amel) bütünlüğünü elde etmeğe bağlı olduğu ifade edilir. Yani bu nur, amelsiz ilimle elde edilemez. “İnanıp yararlı iş yapanları, zulümât (karanlıklar) dan nur (aydınlık) a çıkarsın…” (Talâk/11). Eskiden bilgisini yaşamayanlara, âlim denmezdi.
Firâset, herkesde az veya çok vardır. Bu umûmîdir. Bazı ipuçlarına bakarak bazı doğru sonuçlara varma gibi. Buna tabîi firâset denir. Bir de, Allah’ın bazı kimselere lütfettiği, kalbî ilhamla bir şeyi sezip bilme şeklinde hususî firâset vardır ki, buna da ilâhî lütuf sonucu olan firâset denir. Tevessüm, firaset’in eş anlamlısı olarak kullanılır. Tevessüm, teferrüs, yani nüfuzlu marifet, yahut basiret manasınadır. Mütevessimler müteferrislerdir. Nitekim âyette şöyle buyurulur: “Şüphesiz bunda mütevessimîn (işaretten anlayanlar) için (nice) ibretler vardır” (Hicr/75).