“Sonra bunların ardından Firavun ile ileri gelenlerine de Musa ve Hârûn’u mucizelerimizle gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir toplum oldular.” (Yûnus, 10/75)
Firavun, kâhinlerinden aldığı bilgilere dayanarak bir peygamber geleceğini ve saltanatının onun tarafından tehdit edileceğini öğrenince, yeni doğan erkek çocuk-ların öldürülmesini emrediyor, kızları ise sağ bırakıyordu (Kasas, 28/4). Bu durum uzun yıllar devam etti. Gelecek korkusundan binlerce bebek öldürülüyordu. Fa-kat Allah’ın emrinin önüne hiçbir kimse çıkamazdı. Musa isimli çocuk söz konusu olunca durum değişecekti. Firavun Allah’ın takdiri ile kendi sarayını teslim edeceği küçük Musa’yı sevecek, himaye edecek, evine götürüp büyütmeye başlayacaktı. Ni-hayetinde Musa, Firavun’un sarayında yetişip olgunluk yaşına gelecekti. Hatta halk Firavun’un Musa’nın hamisi, karısını da sütannesi sanıyorlardı.
Hz. Musa’ya Peygamberlik görevi verildikten sonra, yüce Mevla ilahi tebliği Firavun’a tebliğ etmesini istedi: “Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Taha, 20/43-44) Hz. Musa Firavun’un sarayın-da büyüdüğü için onu Hakka çağırarak iyilikte bulunmak istiyordu. Allah’ın isteği doğrultusunda, kardeşi Harun ile birlikte Firavun’a gitti ve O’na şu mesajı iletti: “Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onla-ra işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik.”
Firavun bu ilahi tebliğ karşısında hiddetlenip büyüklenir. Çünkü o ilk kez ken-disinden başka bir ilahın var olduğunu, besleyip büyüttüğü bir insandan duyuyor-du. Benden başka Rab olur mu? diye hiddetleniyordu. Sakinleşince, onu incitmeden bu iddiasından vazgeçirebilme umuduyla ikna etmeye çalışıyordu. Fakat Hz. Musa, Allah’ın kendisine verdiği emaneti Firavun’a ve bütün insanlara anlatmaya kararlı olduğunu söyleyince, Firavun böbürlenir, kibirlenir ve Hz. Musa’ya hitaben, “Eğer benden başka bir ilah edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.” (Şuara, 26/29) diyecekti.
Hz. Musa Firavun’a, Hak dini anlatmaya devam eder ve ona Allah’tan bazı mu-cizeler gösterir: “Musa, asasını atınca, bir de ne görsünler asa açıkça kocaman bir yılan olmuş. Elini koynundan çıkarınca, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.” (Şu-ara, 26/32-33) Firavun da Musa’ya meydan okumak amacıyla sihirbazlarını çağırır, onlardan, maharetlerini sergilemelerini ister. Fakat onların sihirleri Hz. Musa’nın mucizeleri karşısında çok basit kalınca, gerçeklere dayanamayarak Musa’ya iman ederler. Firavun’un verdiği ödüller, savurduğu tehditler işe yaramaz olur. Güvendiği adamlar artık kendi safında değildir.
Firavun ne yapacağını bilemez hâle gelir. Çünkü Musa ona karşı çok güçlenmiş, hatta en yakın adamlarını kendi yanına almayı başarmıştı. Artık bundan sonra Hz. Musa Firavun’un baş düşmanıdır. Dolayısıyla bütün gücüyle ona karşı mücadele edecek ve öldürmek için uğraşacaktır:
“Firavun dedi ki: Bırakın beni Musa’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”
Zalim hükümdar ilahi hakikatleri anlatmak isteyen Hz. Musa’yı bozguncu olarak tanımlıyor, onu öldürmek için uğraşıyordu. Ancak Allah’ın dinine bir zarar vere-mezdi. Yapabileceği tek şey Allah’a inanan ve Hz. Musa’ya tabi olanlara çeşitli işken-celer yapmak, onları inandıkları dinden çevirmeye çalışmaktı. Fakat onlar Allah’ın kendilerine bu dünyada veya ahirette yardımcı olacağından kuşkuları olmadığı için ilahi vahye bağlı kalmaktan geri durmadılar ve ümitsizliğe kapılmadılar.
Firavun ve Hz. Musa arasındaki mücadele bu şekilde yıllarca devam etti. Fira-vun artık son hamlesini yapıp Hz. Musa ve arkadaşlarını yok etmek için ordusunu hazırladı, seçkin askerlerini göreve çağırıp Hz. Musa’nın üzerine yürüdü. Onlar da muazzam orduyu gördüklerinde korkuya kapılıp kaçmaya başladılar. Firavun ve askerleri de onları takip etmeye devam ettiler. Nihayetinde Kızıldeniz sahillerine kadar kovalamaca devam etti. Artık kaçacak yer kalmamıştı. Musa’ya inananlar, ya denize girip boğulacaklarını ya da Firavun’un askerleri tarafından öldürüleceklerini düşünüyorlardı: “İki topluluk birbirini görünce Musa’nın arkadaşları, ‘Eyvah yakalan-dık’ dediler.” (Şuara, 26/61) Çünkü onlara göre artık Hz. Musa’nın yapacağı bir şey kal-mamıştı. Fakat Hz. Musa’nın Allah’a olan güveni sonsuzdu. “Hayır!, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.” (Şuara, 26/62) diyerek arkadaşlarına haykırıyordu. Derken Allah’tan beklenen yardım geldi: “ Ey Musa, ‘Asan ile denize vur.’ Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibi görünmeye başladı.” (Şuara, 26/63) Hz. Musâ ve ona iman edenler hiç vakit kaybetmeden Allah’ın kendilerine açtığı bu yolda ilerlemeye başladılar ve Firavun ve askerlerinden uzaklaşmayı başardılar.
Firavun ve askerleri Hz. Musa ve arkadaşlarını yok etmeyi düşünürlerken, kar-şılaştıkları bu olağanüstü manzara karşısında şaşırdılar. Fakat ne yapacaklarını faz-la düşünmeden aynı yolu takip etmeye başladılar. “Firavun da, askerleriyle birlik-te zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu” (Yûnus, 10/90) Bu ilahi mucizeyi gördükleri halde, onları öldürmekten vazgeçmemişlerdi. Allah’ın onlara yardımcı olduğunu hesaba katmıyor, hatta zihinlerinden bile geçirmiyorlardı. Fakat artık Allah’ın azabı yakındı. Kur’an-ı Kerim bu anı şöyle anlatıyor:
“O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndü-rülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakaladık ve onları denize gömdük (orada boğuldular). Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bak!”
Denizin ortasında boğulacağını anlayan Firavun iman ettiğini söylemişti fakat artık vakit çok geçti. Yüce Mevla bunu da yine Kur’an-ı Kerim’de bize ibret olması için şöyle anlatıyor:
“Nihayet boğulmak üzere iken, ‘İsrailoğullarının iman ettiğinden başka hiçbir ilah ol-madığına inandım. Ben de Müslümanlardanım’ dedi. Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret ol-man için kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.”
(Yûnus, 10/90-92)