Modern Türk tarihçiliğinin bânîsi olan Fuad Köprülü, Sultanahmet’te Hâlid Ağa Konağı’nda dünyaya gelmiştir. Babası İsmail Faiz Bey, Bükreş sefiri Ahmed Ziya Bey’in oğlu ve Tanzimat ricalinden beylikçi İsmail Afif Bey’in torunudur. Baba tarafından aile silsilesi, onuncu kuşakta, 17. yüzyıl Osmanlı siyâsî hayatında önemli roller oynayan Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’ya ulaşır. Annesi Hatice Hanım ise İslimiye ulemâsından Arif Hikmet Efendi’nin kızıdır.
Ayasofya Merkez Rüştiyesini bitirdikten sonra Mercan İdadisinde tahsiline devam eden Mehmed Fuad, erken yaşlarında edebiyata ve bilhassa şiire merak duymuştur. 17 yaşında Hukuk Mektebi’ne devam etmiş fakat üçüncü sınıfta, hukuk tahsilini yarıda bırakmıştır. Mektebe devam ettiği sırada hukuk tahsilinden hoşnut olmayan bir grup öğrenciyle Fecr-i Âti edebiyat topluluğunun kuruluşunda yer almış; Fecr-i Âticilerin meydana getirdiği kütüphaneden Hayat-ı Fikriyye adlı eseri yayımlanmıştır. Bunun yanı sıra, Recâizâde Mahmud Ekrem’in telkinleriyle Türk edebiyatı tarihiyle de ilgilenmiştir.
Selanik’te Ziya Gökalp’in etrafında kümelenen Genç Kalemler’in dilde sadeleşme fikirlerine başlangıçta mesâfeli duran ve sıkı bir tenkitçisi olan Mehmed Fuad, Balkan savaşlarıyla birlikte Türkçülerin safında yer almış ve bu kimliğini ömrü boyunca korumuştur. Bu gelişmede Balkan Savaşlarının yarattığı travma kadar, İttihat ve Terakki Partisi, Ziya Gökalp ve çevresiyle kurduğu ilişki de belirleyici olmuştur. 1912 yılında Selanik’in düşmesiyle İstanbul’a gelen Gökalp’ten çok etkilenmiş ve entelektüel çevrelerde onun tilmizi olarak anılmıştır. Köprülü’nün yazılarını yakından takip eden Gökalp, bu yetenekli genci çevresine almış; “Durkheim sosyolojisinin kapılarını açarak onu bu yoldan hareketle Türklüğün Orta Asya’daki derinliklerine uzanmaya teşvik etmiştir.”
1910 ile 1913 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar kaleme alan Köprülü, bu arada Mercan, Kabataş, İstanbul Lisesi ve Galatasaray Lisesinde edebiyat dersleri de vermiştir. 1913 yılında, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile yakınlaşması neticesinde, henüz 23 yaşındayken Halid Ziya’nın Darülfunûn’dan istifasıyla boşalan Türk Edebiyatı Tarihi muallimliğine getirilmiş; iki yıl sonra da bu görevi, müderris sıfatıyla ifa etmeyi sürdürmüştür. Bu gelişme, Köprülü’nün hayatında ve ilmî çalışmalarında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Genç yaşında, üstelik üniversite eğitimini yarıda bırakmış lise mezunu birinin Darülfünûn’da kürsü sahibi olacağı haberi bazı çevrelerce yadırganmıştır. Köprülü, kaleme aldığı ve bugün dahi önemini koruyan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı makalesiyle yetkinliğini kanıtlamıştır. Darülfünûn’a atanmasının ardından da ilk işi Edebiyat-ı Osmaniyye Tarihi olan kürsünün adını Türk Edebiyatı Tarihi olarak değiştirmek olmuştur. Hâlide Edip, o dönemde birçok genç yazarın koruyucusu olan Gökalp’in, genç bilim adamı Fuad Köprülü’nün Türkolojiyle ilgili yayınları satın alması ve toplaması için Maarif Nezareti nezdinde aracı olduğunu yazmaktadır. Yine Köprülü, bu amaçla 1917 yılında devlet desteğiyle incelemelerde bulunmak üzere Viyana’ya gönderilmiştir.
Dârülfünûn’daki hocalığı sırasında Mâlûmât-ı Edebiyye (1914), Kıraat-ı Edebiyye (1914), Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı (1916), Millî Kıraat (1916), Turanlının Kitabı (1916), Türk Dilinin Sarf ve Nahvı (1917), Nasreddin Hoca (1918) gibi eserleri yayınlanan Fuad Köprülü’ye Türkiye ve dünya çapında haklı bir şöhret kazandıran 1918 yılında basılan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseri olmuştur. İlk bakışta Ahmed Yesevî ve Yunus Emre gibi birbirinden bağımsız görünen iki kısımdan oluşan İlk Mutasavvıflar’da, Doğu ve Batı Türklüğü arasında tarihî ve kültürel süreklilik olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Türkiye’de bilimsel ve metodik din, tasavvuf tarihi araştırmaları için bir milat olan eser, Batı’da geniş yankı uyandırmış; Batılı Türkologlar tarafından büyük bir ilgi ve takdirle karşılanmıştır. Türkiye’de yeni bir sâhanın öncüsü olan eserle birlikte yurtdışında tanınan Köprülü, bu tarihten itibaren Avrupa’daki meslektaşlarıyla yakın ilişkiye girmiş ve Avrupa’nın çeşitli bilimsel dergilerinde makaleler yayınlamaya başlamıştır.
Köprülü’nün 1920’de ilk cildini neşrettiği Türk Edebiyatı Tarihi’nde de aynı yaklaşım dikkati çekmektedir. Türk edebiyatı tarihini bir bütün olarak değerlendiren Köprülü onu, İslâm öncesi Türk edebiyatı, İslam uygarlığı etkisindeki Türk edebiyatı ve Avrupa uygarlığı etkisindeki Türk edebiyatı olmak üzere üç büyük döneme ayırmış; Gökalp’ten alıntıladığı ve daha sonra pek çok çalışmasında kullandığı bu tasnif, modern araştırmacılar tarafından da benimsenmiştir.
1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında bir yandan akademik çalışmalarını sürdüren Köprülü, öte yandan Yeni Mecmua, Büyük Mecmua gibi dergilerde; Dersaadet, İkdam, Tevhid-i Efkâr gibi gazetelerde edebiyat, tarih, siyaset, tenkit ve tanıtım içerikli makalelerle Türklüğe ilişkin yazılar yazmıştır. Cumhuriyet’in ilânından sonra da Dârülfünûn’daki akademik hayatına devam eden Köprülü’nün, bu dönemde yayınlanan ilk eseri Türkiye Tarihi’dir (1923). Söz konusu eserde Anadolu’yu yurt edinmelerine kadar Türklerin tarihi ele alınmaktadır. Eserin neşri dolayısıyla Atatürk, Köprülü’ye tebrik ve teşekkür içeren bir mektup göndermiştir. Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazıp gönderdiği bu mektup kitapta yer almıştır.
1924 yılında İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Dârülfünûn rektörü olmasıyla ondan boşalan Edebiyat Fakültesi dekanlığına fakülte meclisinin kararıyla Köprülü getirilmiştir. Bu görevi sırasında Darülfünun’a modern bir kütüphane kazandırmaya uğraşmış ve kütüphaneye birçok yazma eser koleksiyonunun satın alınmasına aracılık etmiştir. Aynı yıl, Atatürk’ün isteği ve Maarif Vekili Vâsıf Bey’in teşebbüsüyle 22 Mart 1924 tarihinde on bin kuruş maaşla Maarif Vekaleti müsteşarlığına getirilmiştir. Köprülü müsteşarlığı sırasında Dârülfünûn bünyesinde bir Türkiyât Enstitüsü’nün kurulması teşebbüslerinde bulunmuştur. 12 Kasım 1924’te Türkiyât Enstitüsü’nün tüzüğü ve kuruluşu Bakanlar Kurulu’nca onaylamıştır. Bir gün sonra müsteşarlık görevinden istifa eden Köprülü, Edebiyat Fakültesi’ndeki görevine dönmüş; Bakanlar Kurulu’nun kendisine verdiği tam yetkiyle Türkiyat Enstitüsü’nün müdürü olmuştur.
6 Temmuz 1927’de, II. Meşrûtiyet döneminin bir kurumu olan ve Osmanlı Tarihi yazmak amacıyla kurulan Türk Tarih Encümeni başkanlığına Köprülü getirilmiştir. Bu süreçte encümen, varlığını Darülfünun Edebiyat Fakültesi bünyesinde sürdürmüştür. Köprülü’nün başkanlığında, Türk Tarih Encümeni’nin ancak 7 sayısı yayınlanmış; hükümetin yardımlarını kesmesi üzerine Encümen kapanma noktasına gelmiştir. Nihayet 1932 yılında Köprülü’nün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ne üye olmasıyla Encümen kapanmıştır.
Köprülü, Cumhuriyet inkılaplarını desteklemekle birlikte yeni devletin toplumsal, siyasal hamlelerinde, sosyolojik gerçeklikten yoksun ve acil çözümler üretmesini, Batı’nın akıl ve disiplininden ziyade biçimsel özelliklerinin taklit edilmesini şiddetle eleştirmiştir. Nitekim Latin harflerinin kabulü konusuna da talî ve şeklî bir mesele olduğunu düşünerek karşı çıkmış; fakat 1928 harf devriminden sonra bu görüşünü terk etmek zorunda kalmıştır. Özellikle 1930’lu yıllarda kaleme aldığı makalelerde Köprülü, harf inkılabının ateşli bir taraftarı olmuş; onu “Türk rönesansı” olarak değerlendirmiş ve Ortaçağ zihniyetinden kurtuluş için önemli bir araç görmüştür.
1931 yılında Türkiyat Enstitüsü bünyesinde yayınlanan Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası’nda yazdığı “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bâzı Mülâhazalar” makalesiyle Batılı bilim adamlarının dikkatini bir kez daha çekmeyi başarmıştır.
15 Nisan 1931’de kurulan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Türk Tarihinin Ana Hatları’nı yeniden yazdırmak, orta öğretimde okutulan tarih derslerinin içeriğini tespit etmek, en önemlisi Türk tarih tezini güçlendirmek ve meşrulaştırmak amacıyla bir kongre düzenlemiştir. 2-11 Temmuz 1932 tarihleri arasında düzenlenen kongrede resmî ideolojiyi savunan tarihçilerle onların görüşünü ilmî bulmayanlar arasında tartışmalar yaşanmıştır. Resmî görüşün karşısında yer almakla birlikte Köprülü’nün dil ve tarih kongrelerindeki muhalefeti düşük yoğunluklu olmuş; konunun içeriğinden ziyade yöntemi üzerinde durmuştur. Köprülü’nün itirazları iktidar ve söyleminin esiri olmuş; çok geçmeden Türk tarih tezini savunan tarihçilerle hem-fikir olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet’in 10. yıldönümünün kutlandığı 1933 yılı, Köprülü’nün en faal olduğu yıllardan biridir. 1933 yılında söz derleme komitesi içinde yer almıştır. 23 Eylül 1933 tarihinde toplanan ve Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları için oluşturulan komiteye başkanlık etmiştir. Ertesi yıl, yeni dil durumuna göre edebiyat ve bu dersin okullarda okutulma şekline yönelik oluşturulan komisyona başkanlık yapmıştır. 1934 yılında The Encyclopedia of Islam’ın yazarları arasına katılmıştır. Söz konusu ansiklopedi, onun Osmanlı-Türk edebiyatına ilişkin makalesini yayınlayarak oryantalistler dışında ilk defa bir Türk bilim adamına kapılarını açmıştır. 1935 yılında Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi’ni neşretmeye başlamıştır.
1935 Haziranında Kars milletvekili olan Köprülü, bir yandan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki derslerine devam ederken diğer yandan Atatürk’ün arzusuyla Mülkiye Mektebi’nde Osmanlı-Türk Müesseseleri Tarihi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Orta Zaman Türk Tarihi derslerini de vermiştir. 1935 yılında Halkevleri’nin yayın organı olan Ülkü Halkevleri Dergisi’nin yöneticiliğini üstlenmiş ve bu görevini 1941 yılına kadar aralıksız sürdürmüştür. Yeni Türkiye’nin ideolojik ve kültürel yönelimlerini anlamak için dergi birinci derecede önemli kaynaklar arasındadır.
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar ve takip eden verimli çalışmalarının ona kazandırdığı uluslararası şöhret, pek çok yabancı akademik kuruluş tarafından verilen ilmi payelerle de taçlandırılmıştır. 1925 yılında Barthold’un tavassutuyla Sovyet İlimler Akademisi muhabir üyesi ve Macaristan Akademisi muhabir üyesi seçilmiştir. Ancak giderek akademik bağımsızlığını yitiren ve komünist propagandanın merkezi hâline gelen Sovyet Akademisi, 1948 yılında onu üyelikten çıkarmıştır. 1927’de Heidelberg Üniversitesi tarafından kendisine fahrî felsefe doktoru unvanı verilmiştir. 1929’da Çekoslovak Şark Cemiyeti muhabir üyeliğine atanmıştır. 1930 yılında Almanya Arkeoloji Cemiyeti üyesi olmuştur. 1935’te davet edildiği Sorbon Üniversitesi’ne, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ile ilgili bir dizi konferans vermek için gitmiştir. Burada Fransızca olarak sunduğu üç konferans, 1935’te Les origines de l’Empire ottoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adıyla basılmıştır. 1937 yılında Atina Üniversitesi ve 1939 yılında Sorbonne Üniversitesi taraflarından kendisine fahri doktora payesi verilmiştir. 1939’da Macar İlimler Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiş; 1964’te ise bu üyeliği şeref üyeliğine yükseltilmiştir. 1940’ta Amerikan Şark Cemiyeti fahrî üyesi olan Köprülü, 1947’de bu cemiyetin şeref üyeliğiyle onurlandırılmıştır. 1956 yılında Karaçi Üniversitesi tarafından fahrî hukuk doktorluğu unvanına layık görülmüştür. 1958-1959 yılları arasında Ford Vakfı ve Harvard Üniversitesi’nin davetiyle Harvard ve Columbia Üniversitelerinin Yakın ve Ortadoğu Dilleri Enstitüsü’nde çeşitli konferanslar vermek üzere Amerika’ya gitmiş; burada bulunduğu sırada Amerikan Tarih Cemiyeti şeref üyeliği payesini almıştır. 1964’te Londra School of Oriental and African Studies’in muhabir üyeliğine seçilmiştir.
Köprülü, II. Dünya Savaşı’ndan sonra akademik kimliğinden ziyade siyasî kimliği ile temayüz etmiştir ve bu bağlamdaTürk demokrasi tarihinin en önemli olaylarından biri olan, Demokrat Parti’nin kuruluşunda önemli bir rol oynamıştır. CHP içinde Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısı sırasında ortaya çıkan muhalefet hareketi, 29 Mayıs 1945 tarihinde gerçekleşen bütçe görüşmelerinde somutlaşmış; sözü edilen tarihte Saraçoğlu hükümetinin meclisten güven oyu istemesi sırasında Emin Sazak, Refik Koraltan, Celal Bayar, Fuad Köprülü, Hikmet Bayur, Adnan Menderes ret oyu vermişlerdir. Kamuoyunda büyük yankı bulan bu olaydan çok kısa bir süre sonra, 7 Haziran 1945’te Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan imzalı Dörtlü Takrir, CHP Meclis Grubu Başkanlığına sunulmuştur. Dörtlü Takrir’in 12 Haziran 1945 tarihinde parti grubunda görüşülerek reddedilmesinden sonra Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün basın aracılığıyla CHP’ye yönelik eleştirilerini kamuoyuna duyurmaları, parti disiplinini bozmak olarak değerlendirilmiş; 21 Eylül 1945’te Menderes ve Köprülü’nün partiden ihraçlarına karar verilmiştir. Ardından söz konusu ihraçları parti tüzüğüne aykırı bulan Refik Koraltan da ihraç edilmiştir. Celal Bayar da Meclis’teki görevinden istifa etmiş ve 1 Aralık 1945’te partiden ayrılmış ve 7 Ocak 1946’da Köprülü’nün hazırladığını öne sürdüğü parti programıyla, Demokrat Parti doğmuştur. O, Cumhuriyetin aşırı Batılılaşma politikalarına karşı çıkan, tarihî süreklilik ve geleneği vurgulayan, bu niteliğiyle muhafazakâr tabana seslenen önemli bir siyasî aktör olarak temâyüz etmiştir. 1946 seçimlerinde Arapça ezanın tekrar okunacağına dair söylemi de ilk defa Köprülü dile getirmiştir. Bunun yanında Vatan, Kudret ve Kuvvet gibi dergilerde kaleme aldığı siyasî yazılarıyla da Demokrat Parti’nin ideolojisini şekillendirmiştir. Bununla birlikte Köprülü, Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde parti içinde baş gösteren nüfuz mücadelelerinden derin bir biçimde etkilenmiş; Celal Bayar ve Adnan Menderes kliğinin arasında kalmıştır. Menderes’in önceleri Bayar’a karşı bir güç dengesi olarak gördüğü Köprülü, 1953’ten sonra istenmeyen adama dönüşmüştür. 1955 yılında Devlet bakanı, başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı gibi görevleri sürdürmüşse de bir müddet sonra partiden istifa etmiştir.
1958 yılında Harvard Üniversitesi’nden aldığı bir davet üzerine bir yıl süreyle araştırmalarda bulunmak ve konferanslar vermek amacıyla Amerika’ya gitmiştir. Bu süre bir yıl daha uzatılmak istenmişse de kabul etmemiş; 2 Temmuz 1959’da yurda dönmüştür.
1960 askeri darbesinden sonra Yassıada Mahkemelerinde 6-7 Eylül olaylarında rolü bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmış, 5 Ocak 1961 tarihinde suçsuz olduğu anlaşılarak beraat etmiştir.
Siyasi hayatta yaşadığı hayâl kırıklığıyla asıl mesleğine geri dönen Köprülü, 1962 yılından itibaren kendisini yarım kalmış eserlerini tamamlamaya, eski harflerle neşredilmiş eserlerinin yeniden basılmasına adamıştır. Türk Saz Şairleri Antolojisi’nin birinci cildini tamamlamış; Nâmık Kemal’in Renan Müdafaanâmesi’ni neşretmiştir. 1964 Ağustosunda kaleme aldığı “Orta Asya Türk Dervişliği Hakkında Bazı Notlar”, onun son bilimsel çalışması olmuştur. 15 Ekim 1965 tarihinde Ankara’da Atatürk Bulvarı’nda geçirdiği bir trafik kazası sonucunda sol kalça kemiğiyle bacağı kırılmış ve Numune Hastanesi’ne kaldırılmıştır. Ancak bakımındaki bazı hata ve ihmaller nedeniyle 1966 Haziran ayı başlarında İstanbul’daki getirilmiştir. Hastalığının ilerlemesi üzerine Baltalimanı Hastahanesi’ne kaldırılan Köprülü, 28 Haziran 1966’da, 76 yaşında vefat etmiştir. 1 Temmuz Cuma günü Beyazıt Camiinden kaldırılan naaşı, İstanbul Üniversitesi merkez binasında yapılan törenin ardından Sultan Mahmud Türbesi karşısındaki Köprülü aile mezarlığına defnedilmiştir.
Göktürk Ömer