Kelimenin aslı futuvva olup Arapça bir kelimedir. Türkçe fütüvvet; Farsça ise futuvvat’dır. Kelimenin kökü feta’dır. Kelime tekil “feta“, çoğul ise “fityan” olarak kullanılmaktadır. Arapça’nın en kadim söz varlığı olan İbn Manzur’un Lisân’ül Arabî adlı eserinde feta, erkek genç, fetiyye ise bayan genç; çoğulu ise futuvva olarak ifade edilmektedir. Bundan ziyâde, muhtelif sözlükler de ise feta, “yiğit, cömert, delikanlı, eli açık, gözü pek, iyi huylu kişi, yardım edicilik” manalarında kullanılmaktadır. Feta sözcüğünün Latince karşılığı ise “iuvenis“, futuvva’nın karşılığı ise “iuventus“dur.
Kelime asıl anlamının dışında farklı anlamlarda da kullanılmaktadır. Feteyan şeklinde okunduğunda gece ve gündüzü; Fityan şeklinde okunduğunda ise kabile adını ifade etmektedir.
Fütüvvet ve onun nüvesini teşkil eden feta kelimesi terim olarak tarihi süreçte siyasi, ekonomik ve içtimai hususlar nedeniyle farklı nitelendirilmelere mâruz kalmıştır. Kadim Arap ve nüzul sonrası İslâmî kültürde gerek yazılı gerekse sözlü olarak farklı tanımlamalar ile içeriği doldurulmuştur. Bu iki kelimenin tarihi süreçte ıstılahî olarak muhtelif değişim ve tanımlamalarını ifade etmeden önce ilk olarak belirtilmesi gereken Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in feta/fityan/fitye/fetyat kelimelerine verdiği ıstılahi anlamlandırmadır.
Kur’an’da umumiyetle “feta” delikanlı, “fityetün” ise gençler şeklinde geçmektedir. Feta, Enbiya suresi 60. ayette mealen şöyle ifade edilmektedir: “Putları diline dolayan, İbrahim dedikleri bir yiğit(feta) işittik.“, Fityetün kelimesi ise Kehf suresi 13. ayette geçmektedir ve mealen şu şekilde ifade edilmektedir: “Gerçekten onlar rablerine inanmış genç(fityetün)lerdir.”
Hicri II. asırdan itibaren İslâm dünyasında tasavvufî düşüncenin doğması ile birlikte, feta ve fütüvvet kavramları tasavvufî bir mahiyet kazanmaya başlamıştır. Feta ve fütüvvet kelimesinin varlığı tasavvuf erbabı ve onların kaleme aldıkları muhtelif eserlerde açıkça görülmektedir. İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye fütüvvetten ilk önce Ca’fer es-Sadık’ın bahsettiğini ifade eder. Ca’fer es-Sadık’ın fütüvvet için: “Bize göre fütüvvet ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir.” dediği belirtilmektedir.
Bunun haricinde “Ta’rifat” adlı tasavvufi terimleri açıklayan eserde fütüvvet kelimesi: “halkı dünya ve ahirette kendi nefsine yeğ görmektir.” şeklinde ifade edilmektedir. İmam Kuşeyrî kaleme aldığı risalesinde ise fütüvveti, “kişinin başkasının işinde olması ve onların işini gözetmesidir.” şeklinde tanımlar ve gene aynı eserinde “kulun kendi nefsini başkasınınkinden üstün görmemesidir” şeklinde ifade eder. Ebu Bekr Verrak: “düşmanı olmayan kişi“; Ali Tirmizî: “kulun Allah için kendi nefsine düşman olması“; Ömer b. Osman el-Mekki: “iyi huy” olarak ifade etmektedir. Fütüvvet ile ilgili tanımlamalar ekseriyetle iyi huy ve güzel haslet olarak tanımlanmıştır.
Ünlü araştırmacı R. Dozy, fetayı gençlik zevkleri, olgunluk, soyluluk, yüksek meziyet olarak ifade etmekte ve Hz. Peygamber’in soyundan gelenlerin kendilerini fütüvvetin gerçek temsilcileri olarak gördüklerini ifade etmektedir.
Miladi XII. yüzyılda gençliğinde Bağdad’da fütüvvet şeyhi Abdu’l-Cabbar el-Bağdadî’ye intisab etmiş ve fütüvvet üyesi olan Abbasi halifesi en-Nasr li-Dinillah tarihi süreçte fütüvvet şeyhliğini üzerine almış ve tarihte resmi olarak “Fütüvvet Teşkilatı”nın kurucusu ve koruyucusu olmuştur.
Tarihçi Umut Güner tarafından yanıtlanmıştır.