“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (En’âm, 6/59)
Gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı demek-tir. Yüce Kitabımızda 60 yerde geçen bu kelime, Allah’a nispet edilen yerlerde sa-dece Allah tarafından bilinebilen mutlak gaybı ifade eder. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin bazı kullarını gayb konusunda bilgilendirdiği de haber ve-rilmektedir. Mesela; Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtu gösterilmiş (En’âm, 6/75), Hz. Yusuf’a da rüyaları yorumlama ilmi ve kavminin yiyeceği yemekleri ön-ceden bilme yeteneği verilmiştir (Yûsuf, 12/21,37). Buna göre gaybı, sadece Allah’ın bildiği mutlak gayb; O’nun bildirdikleri tarafından bilinebilen izâfi (göreceli) gayb şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Kıyametin ne zaman kopacağı mutlak gay-ba örnektir, bunu Allah’tan başkası, doğal yoldan veya bir araç vasıtasıyla da olsa hiçbir şekilde bilemez. Yağmurun ne zaman yağacağı, rahimde çocuğun varlığı ve cinsiyeti ise göreceli gayba örnektir; bu bilgiler tabii araçlara göre gayb bilgisidir, meteorolojik ve tıbbî araçlara göre insanların elde edebileceği bilgilerdir. Bu çeşit gaybı (göreceli gaybı), araçlar vasıtasıyla bilmek mümkündür; ancak bunu bilmek-le insanlar gaybı bilmiş olmazlar; çünkü araç icat edilince onunla ilgili bilgi “gayb bilgisi” olmaktan çıkmış olur.
Sevgili Peygamberimiz de Allah’ın kendisine öğrettiklerinin dışında gayb hak-kında bilgiye sahip değildi (Müslim, “İmân”, 287; Tirmizî, “Tefsir”, 7). Lokman sûresi 34. ayet-i kerimede, Allah’ın ilminin ve kudretinin kusursuzluğunu özetleyen ve ilâhî bilgi ile insan bilgisi arasındaki büyük farkı gösteren ifadeler yer almaktadır:
“Kıyamet saati hakkındaki bilgi yalnız Allah’ın katındadır; O, yağmuru yağdırmakta; rahimlerdekini bilmektedir. Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”
Klasik tefsir kitaplarımızda bu âyete dayanılarak, kıyametin ne zaman kopacağı-nı, yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdeki bebeğin cinsiyetinin ve ten rengi-nin ne olduğunu, insanın ileride neler elde edeceğini, gelecekte ne gibi durumlarla karşılaşacağını ve ne zaman nerede öleceğini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ileri sürülmüş, dolayısıyla bunlara “muğayyebât-ı hamse (beş bilinmeyen)” denilmiştir. Hâlbuki âyette kıyametin ne zaman kopacağı bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu, kezâ hiç kimsenin yarın ne elde edeceğini ve nerede öleceğini bilemeyeceği, do-layısıyla bu bilgilerin de sadece Allah’a ait olduğu belirtilmekte; fakat yağmurun yağma zamanı ve rahimdeki bebek hakkında “Bunları da yalnız Allah bilir” gibi bir sınırlama bulunmamakta; sadece yağmuru Allah’ın yağdırdığı, dolayısıyla zamanını da bildiği; kezâ O’nun rahimlerdekini de bildiği ifade edilmektedir. Bu da -eski tef-sircilerin iddiasının aksine- belirtilen iki konuda insanların önceden bilgi sahibi ola-bileceklerini gösterir. Nitekim çağımızda bilim, bu noktaya gelmiştir. Ancak, kuşku yok ki bu, insanın belirtilen konularda veya benzerlerinde önceden bildiklerinin mutlaka aynıyla gerçekleşeceği anlamına gelmez; zira olmuş ve olacak tabiat olayla-rını bütün yönleriyle eksiksiz bilen yüce Allah, insanların bilgilerini ve tahminlerini alt üst eden yeni durumlar yaratabilir ve böylece insanların olmasını bekledikleri olaylar gerçekleşmeyebilir.