“Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, ‘Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle’ diye belirlemiştik. İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” (Hac, 22/26-27)
İslam dininin beş temel esasından biri olan ve senenin belirli günlerinde iba-det niyetiyle Kâbe’yi ziyaret etmek anlamına gelen hac, hicretin dokuzuncu yılın-da farz kılınmış olup, mali ve bedenî bir ibadettir. Gerekli şartları taşıyan her bir Müslüman’ın bu ibadeti mutlaka yerine getirmesi gerekir. Nitekim ayette; “…Yolcu-luğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır…” (Âl-i İmran, 3/97) ifadesi bu gerçeği bizlere anlatmaktadır.
Hac, maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî, ferdî ve sosyal yanı olan bir ibadettir. O, bir yandan kulun Allah’a, peygambere, ahirete, kısaca tüm iman esaslarına gö-nülden bağlanmanın bir göstergesi olurken, diğer taraftan bizlerin samimiyet, sabır, kardeşlik, sevgi, saygı, fedakârlık, paylaşma vb. ahlakî erdemleri kazandığımız ve tatbik imkânı bulduğumuz bir alandır.
Hac, İslam’dan önce bilinen en eski ibadetlerden biridir. Kâbe de, yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk binadır. Söz konusu ayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile Kâbe’nin inşaatını bitirdikten sonra yüce Rabbimiz, ziyaret ve ibadet edecekler için orayı temiz tutmalarını ve insanları haccetmek için Mekke’ye çağırmasını istemiştir. Bu ilahi davete kulak veren ve gönülden teslim olanlar, “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurât, 49/10) şeklinde Kur’an’da ifade edilen din kardeşliğini uygulama sahası bulmaktadırlar. Bu bağlamda Kâbe, tüm inananla-rın, kardeşlik, dostluk ve kaynaşmalarını temin eden bir merkezdir.
Hac ibadetinin, diğer ibadetler arasında çok özel bir yeri vardır. Çünkü hac, inananların yeryüzünde tek bir cemaat oluşturarak yılda bir kez aynı yer ve zamanda hep beraber ibadet etmesiyle gerçekleşir. Hemen bütün dinlerde mevcut olan kutsal zaman ve mekân telakkisi, İslam dininde hac ibadetinde kendisini gösterir.
Hac ibadeti yerine getirilirken ziyaret edilen her bir mekânın ve yapılan her amelin, sembolik bir anlamı ve ehemmiyeti vardır. Hac, bir yandan inanan insanın kendi iç dünyasında Hakk’a ulaşma yolculuğunu temsil anlamında çokluk/kesret içinde birliğe/vahdete yücelişi içerirken, diğer yandan aynı his ve mana ile kalpleri çarpan milyonları bir araya getirmesiyle de birlikten/vahdetten çokluğa/kesrete dönüşü sembolize etmektedir. Bu itibarla hac, temiz ve saf bir niyetle başlayan, bir bakıma dünyevi farklılaşmaya, nimetleri geride bırakıp bütün inananların eşitliğine işaret eder.
Hz. Âdem ve Havva’nın çocukları olan bizler, hacda kardeşliği pekiştirecek ve daha da güçlendirecek unsurlara sahibiz. Her yıl tekrarlanan bu tablo, bir taraftan tüm inananların birlik ve beraberliğini gösterirken, diğer taraftan evrensel anlam-da buluşmayı temsil eder. Çünkü farklı ülke, dil, ırk, renk, kültür, sosyal statü ve ekonomik güce sahip insanların eşit konumda aynı tip kıyafetler/ihram içinde bir araya gelmesi, topluca namaz, tavaf, sa’y, vakfe, dua gibi ibadetleri gerçekleştirmesi, Mekke’den Arafat’a, Arafat’tan Müzdelife ve Mina’ya akın akın koşturması, bir yö-nüyle yüce Mevla’nın huzurunda toplanışı hatırlatır. Böylece hac, müminleri kutsal topraklarda buluşturmakla, ebedî buluşmaya hazırlamış olur.
İhrama girenler, bu süre zarfında dile getirmiş oldukları telbiyeyle, hep bir ağız-dan “buyur Allah’ım buyur” diyerek, Allah’ın emrine itaate geldiklerini, O’nun hiç-bir ortağının bulunmadığını, her türlü övgü, nimet, mülk ve hükümranlığın gerçek sahibinin Allah olduğunu hep bir ağızdan ve yürekten ilan ederler.
Mümin bu ibadeti yerine getirirken, bir yandan Müslüman olmanın, Allah’a gö-nülden yönelip bağlanmanın, Resûlullah’ın doğup yaşadığı, ashabıyla nice sıkıntıla-ra göğüs gerdiği mekânlarda bulunmanın hazzını tatmakta, diğer yandan dünyanın dört bir yanından gelen mümin kardeşleriyle buluşup tanışarak İslam kardeşliğini yaşamanın şuuruna ermektedir. Böylesine derin hikmetleri bünyesinde barındıran hac ibadeti, İslam’ın farzlarından biri olmanın yanında, Hz. İbrahim’in de çağlar üstü davetidir. Bizler, Hz. İbrahim’in çağları aşarak bize kadar uzanan bu davetine icabet etmek ve Hz. Peygamberin;
“Kim kötü işlerden ve Allah’a karşı gelmekten sakınarak hac yaparsa, günahlardan
temizlenerek anasından doğduğu gibi tertemiz hâle gelir” müjdesine erişmek için maddi ve manevi gayret içinde olmalıyız.