Bir kolu İzmir’de yer alan Uşaklı Helvacızâde âilesinin, aynı ticârî faaliyetler dolayısıyla İstanbul’da mukîm çocukları Hacı Halil Efendi’nin oğlu olarak Eyüp’te dünyaya gelmiştir. Eğitimine İstanbul’da başlayan; lâkin babasının bozulan durumu dolayısıyla taşınmak zorunda kaldıkları İzmir’de devam eden Halid Ziya, İzmir Rüşdiyesi’ne devam ederken, eğitim sisteminden memnun olmayan dedesi tarafından tutulan hocalar eliyle yabancı dil ve matematik dersleri almış ve Ermeni Katolik rahiplerce açılan Mechitariste Okulu’na kaydedilerek Batı tarzı bir eğitim almayı sürdürmüştür. Bu dönemde bilhassa Fransız yazarlarının romanlarını okuyup çeşitli tercümeler yapan Halid Ziya, 1883’te okulu bitirdikten sonra bilhassa özel hocaları vâsıtasıyla getirtilen Batı edebiyâtına âit eserleri okumaya ve İzmir’de sahneye çıkan yabancı operet kumpanyalarının oyunlarını seyretmek sûretiyle alafranga görgüsünü artırmaya devam etti. İlk edebî yazısı da bu dönemde Tercümân-ı Hakîkat’te neşredildi. Bazı dergilere tercümeler yaparken 1884’te arkadaşlarıyla birlikte 10 sayı devam edecek olan Nevruz dergisini çıkardı. Burada da çeşitli Fransız şâirlerinin şiirlerini mensur olarak tercüme etti. Hâriciyeci olmak için 1885’te yeniden İstanbul’a geldi; fakat bu gelişin tek semeresi, kitapçı Arakel’in teklifiyle kaleme aldığı ve sâdece birinci cildi yayınlanabilen Garptan Şarka Seyyâl-i Edebiyye: Fransa Edebiyatının Nümune ve Tarihi adlı bir Fransız edebiyâtı târihi kitabı olmuştur.
İzmir’e dönünce, İzmir Rüşdiyesi ile İzmir İdâdîsi’nde Fransızca, Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yapan Halid Ziya, bir yandan da muhasebeci ve tercüman olarak Osmanlı Bankası’nda çalıştı. Daha önce birlikte Nevruz’u çıkardığı arkadaşı Tevfik Nevzat’la Hizmet gazetesini yayınlayan Ziya, bir yandan Servet-i Fünûn dergisine de yazmaya başladı. 1893’te tekrar İstanbul’a gelen ve dönemin ünlü edebî sîmâlarıyla tanışan Halid Ziya, Tevfik Fikret’in idâresindeki Servet-i Fünûn’da Mai ve Siyah adlı meşhur romanını tefrîka ederek Edebiyât-ı Cedîde akımının en önemli romancısı oldu ve bu edebiyâtın bir edebî beyannâmesi sayılan eseriyle hem kendisinden önceki vak’ayı temel alan roman anlayışını değiştirdi hem Batı romancılığından öğrendiği şekilde, karakterlerin iç dünyasını tasvir edip onları derinleştiren, sanatlı bir üslûpla tahlile dayalı ve toplumsal mesaj verme kaygısı duymayan yeni bir roman anlayışını ortaya koydu. Böylece, bir taraftan da İkdam ve Sabah gazetelerinde yazmaya başlayan, Halid Ziya’nın öncülüğünde sonraki romancılığımız açısından model oluşturacak bir yordam ortaya çıkmış, Mehmed Rauf, Saffet Nezihi gibi örnekler, Halid Ziya ile birlikte bu çığırın başında yer almışlardır.
Bu bağlamda ve özellikle romancılık târihimiz açısından şüphesiz ayrı ve özel bir yer kazanan Halid Ziya, Tanpınar’ın, örnek aldığı Batılı edîblerle onun münâsebetini en iyi şekilde gösterdiğini belirttiği, bir diğer meşhur eseri Aşk-ı Memnû’yu ise 1899’da yayınlamıştır. Romanlarında yaşadığı devrin gereği olarak sosyal meseleleri ele almayan; fakat salt karakterlerinin sosyal çevrelerinin gerçekçi tasvirlerini yapan Halid Ziya, bilhassa “roman şâiri” olarak nitelendirdiği ve hakkında, “Eserlerinde şairlere mahsus hayal ve romancılara mahsus tahlil ve tetkik vasıfları vardı ve birbirine zıt zannolunan bu iki vasıf, onda hayret verecek surette imtizaç etmiş bulunuyordu” dediği Daudet’yi örnek almıştır. Kırık Hayatlar adlı romanında daha önce kullandığı süslü ve betimlemeci dilden kaçınarak Edebiyat-ı Cedîde’nin bu konudaki örneklerinden ayrılmaya çalışan romancı, bu anlayışla olsa gerek, bazı romanlarını 30’lu yıllarda sâdeleştirmek yoluyla tekrar neşretmiştir. Romanlarında 19. asrın bilimsel ilkelerinden olan determinizm ve natüralizmden de unsurlar görülen Halid Ziya, bireyin yazgısını hem kalıtım yoluyla hem de içinde bulunduğu çevre yoluyla şekillendiren, eserlerinde olay ve karakter arasında bir illiyet münâsebeti kuran Batılı sanatçılardan bu anlamda da etkilenmiştir.
Meşrûtiyet yıllarında Dârülfünûn’da Batı edebiyâtı dersleri veren, ayrıca Türk Derneği ile İttihat ve Terakki’ye üye olan Halid Ziya, bu vesileyle mâbeyn başkâtibi olmuş ve görevini 1912’ye kadar sürdürmüştür. Parti’nin görevlendirmesiyle 1913’te Paris ve Bükreş’e gidip savaş patlak verdiğinde Almanya’da bulunan romancı, memûriyetinin de bitmesiyle, Millî Mücâdele sonrasında, Yeşilköy’deki köşküne çekilip yoğun bir edebî faaliyet içine girmiş, pek çok yayın organında tefrîka hâlinde romanlarını, hikâyelerini, anı ve seyahat izlenimlerini yayınlamıştır.