“İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.” (Enbiya, 21/1)
Hepimizin bildiği gibi, dünyaya gelmek ve yaşamak ne kadar gerçekse, ölüm ve ahiret de o kadar gerçektir. Bizler dünyaya ebedî kalmak için gelmedik. Yaratılışımı-zın bir gayesi vardır. Allah Teala ölümü ve hayatı hangimizin daha güzel ve hayırlı işler yapıp yapmayacağımızı denemek için yaratmış ve dünyada bize sayılamaya-cak kadar çok nimet vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında kendisine şükretmemizi, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmamızı istemektedir. Ancak bizler zaman zaman bundan hiç haberimiz yokmuş gibi yaşayıp, varlık nedenimizi unutabil-mekte, dünyanın çekiciliğine kapılıp Allah’ın emirlerinden yüz çevirebilmekteyiz. Oysa kâinattaki düzenin bozulması, her şeyin altüst edilerek yok olması, yok olan ve ölen şeylerin yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi anlamına gelen kıyamet ve hesap günü, elbette bir gün gelecektir. İnsanın ölümü de bir açıdan onun kıyametidir. Allah Teala bu ayette, verdiği nimetlerden dolayı bizi hesaba çekeceğini, bununla birlikte insanların bu gerçekten habersiz ve gaflet içinde yaşadıklarını haber vermekte ve hesap günü için hazırlıklı olmamız konu-sunda hepimizin dikkatini çekmektedir. İşte bizler bunu düşünerek yaşamalıyız.
Gaflet dediğimizin şeyin, hem inanan hem de inanmayan insanla ilgisi vardır. İnanan insanın gaflette bulunması, âhiret/hesap gününe iman ettiği halde orası için gereken hazırlığı yapmaması, hesap düşüncesinden habersiz bir şekilde yaşama-sı, Allah’ın yasaklarından sakınmaması, tövbe edip Allah’a olan kulluk görevlerini yerine getirmede gereken özeni göstermemesi, ayrıca iyi işler yapmamasıdır. Yani inandığımız halde yapmamız gereken şeyleri hayatımızın dışına çıkarmak, unut-mak, yok saymak, terk etmek gibi. Allah’ı inkâr edenlerin gaflette bulunması ise, kendini yaratanı kabul etmemesi, hayatı sadece bu dünyadan ibaret sayması ve buna göre yaşaması, dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklerden de sorumlu olduğunu düşünmemesi, peygamber ve ilâhî vahiy tarafından uyarıldığında da bunlara sırt çevirmesi ve kulak tıkamasıdır.
Dünya meşguliyeti, zaman zaman asıl var oluş nedenimiz olan kulluk görevi-mizi unutturabiliyor, hiç ölüm/hesap gelmeyecekmiş gibi büyük bir hırsla dünyaya bağlanabiliyoruz. İşte Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bu ve buna benzer ayetlerle, bizlere kıyameti, ahiret/hesap gününü, mizanı, cennet ve cehennemi hatırlatarak, dikkatlerimizi çekmekte ve bizi gafletten kurtulmaya çağırmaktadır. Bizler her an Allah’ın gözetimi altında olduğumuzun farkında olup, yaptığımız şeylerden dolayı ahirette hesap vereceğimizi unutmadığımızda, hayatımıza daha bir çekidüzen ve-recek, daima dikkatli ve kontrollü yaşamaya, elimizden geldiğince iyilik yapıp, kö-tülüklerden uzaklaşmaya gayret edeceğiz. Bu durumda hem kendi nefsimize hem de diğer varlıklara karşı kötülük yapmaktan uzak duracağız. İbadetlerimizi yerine getirecek, görev ve sorumluluğumuzun bilincinde olacağız. Hayırlı insan olma yo-lunda yarışacağız. O zaman ailemize, akrabalarımıza, komşularımıza, çevremize ve hatta tüm insanlığa daha başka bir gözle bakacağız. Ayrıca ölüm ve ahiret kaygısıyla yaşadığımızda üzerimizdeki gaflet ve unutkanlık perdesinden sıyrılarak Rabbimize yöneleceğiz. Kısaca sorumluluk sahibi birisi olacağız.
Her şeyi bu dünyadan ibaret görme anlayışı bize, Allah’ı, ölümü, hesabı kısa-ca sorumluluğumuzu unutturacak ve gerçek görevimizi yapmaktan alıkoyacaktır. Oysaki Allah’ı unutan, yaratılış ve varlık amacından sapabilir. Bu nedenle ölümü, hesabı sıkça düşünerek, ahiret hazırlığımızı ihmal etmemeliyiz. Sevgili Peygambe-rimiz (s.a.s) de; “Lezzetleri yok eden ölümü çokça anın” (Tirmizî, Zühd, 4) derken bunu bize hatırlatıyor. Bu anlayışla yaşadığımızda hem dünyamız, hem de ahireti-miz güzel olacaktır. Hayatımızı anlamlı kılan, yaratıcımızla olan bağımızı kopart-mamakta yatmaktadır.
Allah’ın çok büyük bir armağan ve lütuf olarak ihsan ettiği hayatımız, bizler için son derece anlamlı ve değerlidir. Ancak bunu anlamlı kılan şey, dünyanın ötesine taşan bir amaç ve gayeye sahip olmak, yani ahirete inanmak ve bunun için hazırlık yapmak, gaflette bulunmamaktır. Çünkü Allah’ın verdiği nimetlerle hayatımızı de-vam ettiriyoruz. O’na kulluk borcumuzu yerine getirip şükür içinde bir hayat yaşa-malıyız. Hesaba çekilmeden, davranışlarımızın muhasebesini kendi iç dünyamızda yapabilmeliyiz. Dünya ve ahiret birbirini izleyen iki gerçektir. Birini diğerine feda etmek yerine, ikisini birlikte düşünmeli ve ona göre dengeli bir hayat yaşamalıyız. Çünkü bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır. Burada ne ekersek, ahirette onu biçeceğiz. Buna göre ahiret, insanın sonsuz hayatı, dünya ise ahirete açılan kapı ve ahiretin ekim yeri/yani tarlası, hangimizin daha güzel ve ahlaki davranışlarda bulunacağımız bir sınav meydanıdır.
Netice olarak bu dünyada, zaman zaman karşılaştığımız ve çevremizde ortaya çıkan olumsuz şartlar, bazen de insanın kötü arzu ve ihtirasları, insanın basiretini bağlayabilmekte, iyilik ve kötülükleri görmesini önleyebilmektedir. Dolayısıyla bu ayette, dünyanın geçici nimetlerine aldanmayıp ebedî olan ahiret hayatına yönel-memiz istenmektedir. Amacımız, kendimizi dünyadan uzaklaştırmak değil, bilakis yaşarken Allah’a olan sorumluluğumuzun bilincinde bir hayat yaşamak ve hesap verme şuuruyla, imtihan meydanında olduğumuzu unutmamaktır. Zira yaşadığı-mız hayat, dinî ve ahlaki değerlerimize kayıtsız, ahirete, hesaba duyarsız bir şekilde harcandığında sıradan hâle gelir ve anlamsızlaşır. Kısaca hesap vermenin kaçınıl-maz bir gerçek olduğunu ifade eden bu ayet, bize, gaflet içinde olmamamız, ölüme ve hesaba daima hazırlıklı bulunmamız gerektiğini ifade ediyor. Çünkü dünya ha-yatı, ahiret hayatının yanında çok kısa bir zaman dilimidir.