“Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 35/18)
İnsanlar hem hayırlı işleri, hem de hayırsız davranışları yapabilecek şekilde ya-ratılmıştır. Allah insanlara akıl vermiş ve akıllı insanlara; doğru ile yanlışı, hak ile batılı, sevap ile günahı birbirinden ayırt etsinler diye, peygamberler ve dinler gön-dermiştir. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s), son din de İslam dinidir. Hz. Peygamberi sevip, onun getirdiği dinin esaslarına tamamen bağlı kalarak hayatlarını sürdüren insanlar, sevapları bol bol kazanırlar ve günahlardan uzak dururlar. Onun getirdiği dinin esaslarını kabul etmeyenler ise hiçbir sevaba erişemezler.
Mümin olan insanlar da zaman zaman hata ederler, yanlış yaparlar ve haram olan işleri işleyerek günah kazanırlar. Kazandıkları günahlar kul hakkı ile ilgili ise, kulla-ra haklarını ödeyerek helalleşirler. Kullara karşı haklarını bu dünyada ödemezlerse, öbür dünyada ödemek zorunda kalırlar. Yani öbür dünyada, borçlunun vereceği borcuna denk bir sevap, borçludan alınıp alacaklıya ödenir.
Kazandıkları günahlar Allah hakkı ile ilgili ise, tövbe edip af dilerler. Allah diler-se tövbelerini kabul edip onları affeder, dilerse de işledikleri suça uygun cezalarla cezalandırır. Ama sonuç itibariyle herkes kendi günahının sonucuna katlanır, kimse başkasının günahından dolayı cezalandırılmaz.
Metnini ve mealini verdiğimiz yukarıdaki ayet-i kerimede de öncelikle bu hususa vurgu yapılmıştır. Kişinin sorumluluğunun sınırı belirlenmiştir. Kişinin dinî sorum-luluğunu ve ahirette vereceği hesabın temel ölçüsünü belirten bu ayet aynı zamanda dünyadaki sorumlulukları ve dünya hukukundaki sınırları da belirtmektedir.
İnsanlar; hukukun yerleşmediği dönemlerde, cezaları haksız ve yersiz yerlerde uyguladılar. Bir kabileden herhangi bir kişi suç işlediği zaman, o kabiledeki başka insanlar da sanki suç işlemiş gibi cezalandırıldılar. Bu insanların suçu yok, gerçek suçluyu araştıralım demediler. İslam dini on beş asır önce sorumlulukların ve ceza-ların bireyselliği esasını getirmiştir. Bu esas bugün, bütün modern hukuk sistemleri tarafından da kabul edilmektedir.
Hıristiyanlık dinine göre; Hz. Âdem’in, cennette kendisine yasak edilen yiyeceği yediği için kazandığı günah ile bütün insanlık günahlanmıştır. Buna “asli günah” demektedirler. Onlara göre; Hz. İsa, bütün insanlığı bu asli günahtan kurtarmak için hayatını feda etmiştir. Bu ayet ile Hıristiyanların sahip oldukları yanlış itikadın yanlışlığı da açıklanmış olmaktadır.
Ayet-i kerimenin ikinci bölümünde Peygamberimiz (s.a.s)’in uyarılarının kim-lere fayda vereceği belirtilmekte ve samimi müminlerin iki temel özelliğine deği-nilmektedir. Birincisi, görmediği hâlde Allah’tan korkmak yani O’na içtenlikle ve tam teslimiyetle iman etmek, O’na karşı gelmekten kaçınmaktır. İkincisi ise; namazı özenle kılmak, yani imanını davranışlarına yansıtmaktır. Bunları yapan, günahlar-dan uzak duran, günah işleyince tövbe edip bağışlanmayı hak eden insan, kötülük-lerden arınmış olur. Elbette dönüşümüz bizleri yaratan Rabbimize olacaktır. O güne göre, kendimizi hazırlamalıyız.
Başkalarının günahlarını üstlenmek mümkün olmadığı gibi kendi günahımızı başkalarının üstüne atmak da mümkün değildir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Herkese kendi günahının karşılığını vermeye muktedirdir (Nisâ, 4/111-112).
Rabbimiz bizlere, günahlardan uzak bir hayat yaşamayı nasip eylesin. Şayet be-şer olarak günaha bulaşırsak, günahlarımızı affetsin. O’nun her şeye gücü yeter. O, bizim günahlarımızı bağışlamaya da muktedirdir.