Türk düşünce târihinin ve bilhassa tefekkür târihi yazıcılığının önde gelen simâı olan Hilmi Ziya Ülken, anne tarafından, Kırım Savaşı döneminde çocuklarının Osmanlı Devleti’ne karşı Çarlık Rusya’sı tarafından silâh altına alınmaması için İstanbul’a göç eden hamiyetperver Kerim Hazret’in soyundan gelmektedir. Hilmi Ziya, ilköğrenimini Özel Tefeyyüz Mektebi’nde, orta ve lise öğrenimini ise İstanbul Sultânîsi’nde tamamladıktan sonra 1918’de Tıp Fakültesi’ne başlamış; fakat hem babası hem bâzı öğretmenlerinin telkini ve birtakım hastalıklar sebebiyle tıp eğitimini bırakarak Mülkiye’ye girmiştir.
Ülken, 1919’da bir arkadaşıyla birlikte, el yazısıyla hazırladıkları ve 12 sayı çıkacak olan Anadolu mecmuasını hazırlamış; halk masalları, destanlar ve Anadolu folkloruyla ilgili çalışmaların yer aldığı bu dergide, o yıllarda bilhassa Turancılık ve İslâmcılık gibi öğreti ve ideallere tepki olarak doğan Anadoluculuğun safında yer almıştır. 1921’de Dârülfünûn’da Beşerî Coğrafya kürsüsü asistanı olarak akademik hayatına başlayan Ülken, 1922 – 1924 yılları arasında aynı üniversitenin felsefe şûbesinde öğrenim görüp sertifika almış, 1924’te Bursa ve Ankara’daki çeşitli okullarda coğrafya, felsefe, târih ve sosyoloji hocalığı yapmıştır. 1924’te G. Richard’dan tercüme ettiği İçtimâîyat Hakkında İptidâî Mâlûmat adlı eseri neşredip aynı yılın Nisan ayında ilk sayısı çıkan ve Mehmed Halid (Bayrı)’in imtiyaz sâhibi olduğu Anadolu mecmuasında, daha önce kişisel gayretiyle çıkardığı Anadolu dergisindekiyle muvâzî konularda, yazılar yazan Ülken, bu dergide imzâsı olan Mükrimin Halil (Yinanç), Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu) gibi isimlerle birlikte Anadoluculuk düşüncesinin ilk temsilcileri arasında girmiştir. Bununla birlikte, K. Alver’e göre; Ülken’in “Anadoluculuk’un bakış açısını belli bir dönem temsil etmesine karşın sonraları terkettiği ve bu ideoloji için bir öncü ve ana durak olmadığı”nı da belirtmeliyiz.
1925 ve 1926’da Maarif Vekâleti’nde çeşitli görevleri deruhte eden Ülken, 1926’da yine İstanbul’daki muhtelif okullarda sosyoloji, psikoloji, felsefe ve târih dersleri vermiştir. 1930 – 1933 yılları arasında aynı branşlarda öğretmenlik görevini sürdürdüğü sıralarda, 1932’de ilk, 1933’te ikinci cildini yayınladığı Türk Tefekkürü Tarihi adlı eseriyle, bilhassa liselerde eksikliğini gördüğü düşünce târihi konusunda bir ders kitabı ortaya koymayı amaçlamış; fakat kitap yükseköğrenim düzeyinde olanların ilgisini çekmiş ve kısa sürede tükenmiştir. Ayrıca Atatürk’e de takdim edilen eser, onun beğenisini kazanmış ve Hilmi Ziya’nın Maarif Vekâleti nâmına tetkikler yapmak üzere Almanya’ya gönderilmesinin yolunu açmıştır. Bir yıl sonra Türkiye’ye dönen ve İstanbul Üniversitesi’ne Türk Tefekkürü Tarihi doçenti olarak atanan Ülken, 1935’te Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü adlı eserini yayınlamıştır. Kitapta, müteselsilen gelişen medeniyetin oluşmasında, bir önceki büyük hamlelerin ürünlerinin yeni medeniyet dillerine kazandırılmasının târihçesi ve düşünce târihinin temel yürütücüsü olarak bu tercüme faaliyetinin oynadığı önemli rol ele alınmıştır. Ülken’e göre, “medeni açılışın sürekliliğini temin eden bütün uyanış devirleri onunla (tercüme) açılmıştır.” Bu kitabın yayınlandığı dönemin, Türkiye’de çeviri yoluyla Batı medeniyetinin önemli eserlerinin dilimize kazandırıldığı bir tercüme dönemi, dolayısıyla yeni bir uyanış çığırı olduğu unutulmamalıdır.
Ülken, 1936’da yayınlanan Yirminci Asır Filozofları adlı eserinde kendi fikrî gelişiminin bir özetini vermiştir. Bu bağlamda, metafizik bir dünya görüşünden müsbet ilimlere, idealizmden materyalizme doğru evrilen bir arayış çabasının içinde yer alan Hilmi Ziya, bu arayıştan hiç vazgeçmemiş ve 1951’de neşrettiği Tarihî Maddeciliğe Reddiye adlı eseriyle, 30’ların ikinci yarısından îtibâren ve 40’lı yıllar boyunca benimsediği târihsel materyalizmden dönmüştür. Bu târihlerin, maddecilik ve pozitivizmin bütün dünyada yaygınlaştığı ve pek çok otoriter rejimin temel felsefeleri olarak yerleştiği târihler olduğu da gözden ırak tutulmamalıdır. Şüphesiz, eski kanaatlerinden vazgeçtiği târihler de, bütün dünyada iki savaş arası dönemde gelişen bu sekter görüşlerin etkilerini yitirdiği yeni bir dönemin başlarıdır. Kişisel bir kanaat olarak belirtmeliyiz ki; Ülken’in ferdî gelişmesinin ana hatlarını, bu anlamda, sosyal oluş ve değişmelerin tam içinde görüyoruz.
1935 – 1936’da İnsan Meddücezri başlığı altında yazmaya başladığı, aslında sekiz kitap olarak tasarlanmış ve basım aşamasına geldiği hâlde Bağbozumu adını taşıyan ilki kayıp olan roman serisinin Yarım Adam (1943) ve Posta Yolu (1941) adlı iki bölümünü neşredebilen Ülken, bu eserlerinde I. Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra, siyâsî ve kişisel belirsizliklerin ortasındaki umutsuz aydın gençlerin Anadolu mücâdelesinin şekillenme sürecindeki arayışlarını ve o mücâdelenin başlangıcındaki buhranlarını ele almıştır.
Ülken, 1936’da İçtimâî Doktrinler Tarihi öğretim üyesi ve 1940’ta da felsefe profesörü olmuş, 1941’de İçtimâî Doktrinler Tarihi ve “Mısır, Asur-Keldan, İran, Anadolu-Yunan, Roma (Bizans), İslâm, Hıristiyan, Yahudi, Modern Avrupa medeniyetleri(ni) birbirine karşılıklı tesir eden, birbirini tamamlayan ve gittikçe inkışaf ederek dünya medeniyeti halini alan içtimâî bir inkışâfın halkaları” olarak gördüğü ve bu bağlamda Türk tefekkürünün bu verâset silsilesinden devşirdiklerini anlamlandırmak için, “Türk tefekkür tarihi araştırmalarına bir giriş” olmak üzere 1946’da İslâm Düşüncesi adlı kitaplarını telif etmiştir. Ülken’in pek çok eserinde olduğu gibi bu çalışmasında da Ziya Gökalp’ın hars – medeniyet dikotomisine katılmadığı, evrensel bir medeniyet anlayışına sâhip olduğu görülmektedir. Nitekim İslâm Düşüncesi ile aynı yılda neşredilen Ziya Gökalp adlı telifinde Türkçülüğün olduğu gibi Türk sosyolojisinin de babası olan bu büyük isme eleştirel bir nazarla bakmış, onu, özgün bir kafa olmaktan ziyâde, fikirleri gündelik siyâset tarafından belirlenen ve şahsında, “eski fetvâcılık ruhunun Avrupâî şekle” büründüğü nakilci bir aydın olarak görmüştür.
Ülken, 1954’te İstanbul Üniversitesi’ndeki derslerine ek olarak Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde de felsefe dersleri vermeye başlamış ve 27 Mayıs İhtilâli’nden sonra İstanbul’daki görevlerinin uhdesinden alınmasıyla, sâdece Ankara İlâhiyat’taki derslerine devam edebilmiştir. 1927’de henüz genç bir lise öğretmeniyken Felsefe ve İçtimâîyat Mecmuası’nda yayınladığı “Bizdeki Fikir Cereyanları” adlı makâlesiyle başlayan Türk düşünce târihi çalışmalarını, 1966’da yayınladığı ve alanında birkaç eserden biri olarak sivrilmiş, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi adlı oylumlu kitabıyla taçlandıran müellif, bu eserinde, Batılılaşma târihimizin önemli isimlerini ve temsil ettikleri görüşleri bilhassa – artık çoğuna ulaşma imkânımızın olmadığı – süreli yayınlar üzerinden ele almıştır. Çünkü ona göre, son asır düşünce târihimizin bütün cereyanları bu yayın aracı vâsıtasıyla neşrolunma imkânı bulmuştur ve kendi ifâdesiyle, “Batıcılık ve dergi sözcükleri o denli yakındır ki düşünce ve sanat tarihimizde bu iki kavramı birbirinden ayıramayız.”
Türk düşünce târihi çalışmalarının kitap, makale ve çeviri vâdisinde 1400 civârında eser veren velûd bir ismi olan Hilmi Ziya Ülken, 1973’teki emekliliğine kadar çeşitli uluslararası kongrelere de katılmıştır.
Göktürk Ö. Çakır