Balıkesir doğumlu olan Hüseyin Câhid, ilk ve orta öğrenimini Serez’de tamamlayıp 1893 – 1896 yıları arasında Mekteb-i Mülkiye’de okumuş, mezûniyetini tâkiben Maarif Nezâreti’nde beş yıl çeşitli kalemlerde çalıştıktan sonra, 1901 – 1908 yılları arasında Vefâ ve Mercan idâdîlerinde, öğretmenlik ve idârecilik yapmıştır. 1891’de Ahmed Midhat Efendi’nin tesiriyle Nâdide adlı cinâyet romanını yazan, Servet-i Fünûn dergisinde 1897’den itibaren hikâye, roman ve tenkitleri yayınlanan Câhid, II. Meşrûtiyet’le birlikte İttihat ve Terakki’nin saflarında siyâsî mücâdeleye atılmıştır. İttihat ve Terakki’nin merkez-i umûmî üyesi ve geleceğin büyük sözlükçüsü Hüseyin Kâzım Kadri’nin ve Tevfik Fikret’in dâvetiyle Tanin gazetesini çıkarmaya başlamış; Fikret’in birkaç ay sonra, Hüseyin Kâzım Kadri’nin de Serez mutasarrıflığına tâyini dolayısıyla Şubat 1909’da ayrıldığı gazetenin imtiyâzı kendisine kalmış ve uzun yazı hayatı boyunca adıyla birlikte anılacak olan bu gazeteyle Türk matbuâtında silinmez bir iz bırakmıştır.
Tanin gazetesi, ilk devresinde (1 Ağustos 1908 – 31 Ekim 1918) 3550 sayı neşredilmiş, bu evrede 1914’e kadar Hüseyin Câhid’in yönetiminde kalmıştır. Tabiî bu yayın faaliyeti, bâzı kesintilere de uğramıştır: Otuzbir Mart Vak’ası’nda Tanin’in matbaası dağıtılmış ve Hüseyin Câhid, isyancıların Lazkiye mebusu Mehmed Aslan’ı o zannederek öldürmeleri üzerine Selânik’e kaçmak zorunda kalmıştır. Hareket Ordusu’nun şehre girişinden sonra geri dönebilen Hüseyin Câhid, sonraki yıllarda da İttihatçı karşıtı hükûmetlerce kovuşturulmuş, gazetesi kapatılmış ve Kasım 1912’de bu defa Viyana’ya kaçmak zorunda kalarak, ancak Bâbıâlî Baskını sonrasında geri dönebilmiştir. İlginçtir ki bu defa da İttihat ve Terakki’nin bâzı icraatlarını eleştirmekten hali kalmayan Hüseyin Câhid, 1914 Ocak’ında gazeteyi İttihat ve Terakki Fırkası’na devretmek zorunda bırakılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın sonunda İstanbul’un işgâli üzerine 1919 Haziran’ında Malta’ya sürülen Hüseyin Câhid, 1921 Nisan’ında kurtulup İstanbul’a döndükten sonra Tanin’i tekrar çıkartmaya başlamış, 14 Ekim 1922 – 16 Nisan 1925 arasında 903 sayı olarak neşredilen bu ikinci devrenin ilk 38 sayısı Tanin adına izin alınamadığı için Renin adıyla çıkmıştır. Gazetenin İttihatçıların görüşlerinin temsil organı olması, Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefeti ve hilâfet konusundaki farklı kanaatleri dolayısıyla Câhid İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanıp beraat etmiş, Şeyh Said isyânı sonrasında çıkan Takrîr-i Sükûn Kânûnu eliyle tekrar aynı mahkemeye çıkarılmıştır. Gazetenin yeni kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı desteklemesi de rahatsızlık yaratmış, en sonunda Hüseyin Câhid, bir haber dolayısıyla vatana ihânet suçundan Mayıs 1925’te Çorum’a sürgün edilmiştir. Ceza kânûnunda yapılan değişiklikle bir yıl sonra cezâsını tamamlamış sayılan Câhid, Atatürk’ün ölümüne kadar siyâset yapamamış ve hiçbir memûriyete alınmamıştır.
Bu yıllarda Fikir Hareketleri (1933 – 1940) dergisini çıkaran Câhid, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde siyâsete dönebilmiş, 1939 – 1954 yılları arasında CHP’nin Çankırı, İstanbul ve Kars milletvekilliklerinde bulunmuştur. Tanin gazetesinin üçüncü devresi de 30 Ağustos 1943 – 14 Kasım 1947 târihleri arasında 1512 sayı sürmüştür. Bu devrede Tanin, gerek Alman taraftarlığının gerek Sovyet taraftarlığının karşısında olmuş, her iki akıma karşı bir neşriyat sürdürmüştür. Hüseyin Câhid’in 3 Aralık 1945’te, komünizm propagandasıyla ithâm ettiği Tan gazetesine karşı, “Kalkın Ey Ehl-i Vatan, Bir Vatan Cephesine Lüzum Vardır” başlıklı yazısını neşretmesi ve bu yazıda “Bu memleket, asırlardan beri şimalden gelen hücumlara karşı koydu. Milletin varlığı, bu ızdıraplar ve felâketlerle yoğrulmuştu. Bu defa yine anavatan topraklarından parçalar ve Türk istikbalinin hatimesini teşkil edecek surette Boğazlar’da üsler isteniyor (…) Büyük Vatanperver Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır: Kalkın Ey… Ehli Vatan!… Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazımdır. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın Türk Vatandaşlarının ruhuna her gün en yıkıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propaganda zehrini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya karşı koymaya mecburdur (…) Bunları susturmak için, cevap hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır” demesi üzerine, bir gün sonra, tek parti devrinin meşhûr matbuât hâdisesi olan Tan Baskını gerçekleşmiştir. 1948’den sonra Demokrat Parti’ye karşı Ulus gazetesinde çok sert bir muhalefet sürdüren Hüseyin Câhid, yetmiş dokuz yaşında yirmi altı ay mahkûmiyet karârıyla içeri alınmış, basında büyük gürültü kopması üzerine üç buçuk ay sonra serbest bırakılmıştır.
Servet-i Fünûn edebiyâtı içinde kalem oynatarak yazı hayâtına başlayan Hüseyin Câhid’in gerek polemikçiliği, gerek siyâsî kariyeri dolayısıyla edebiyatçı yanı silik kalmıştır. Onun, bir diğer önemli faaliyeti, çeşitli Batı dillerinden edebiyat, târih, felsefe, eğitim ve sâir konulardaki 26 bin sayfaya ulaşan tercümeleriyle fikir ve edebiyat târihimize yaptığı katkılardır. Mesela bu çeviriler arasında, her ne kadar eskise de Türk tarihçiliğinin klâsik kaynaklarından sayılan, Joseph de Guignes’ten, Hunlar’ın, Türkler’in, Moğollar’ın ve Daha Sâir Tatarlar’ın Târih-i Umûmîsi adıyla çevirip 1923 – 1925 arasında neşrettiği sekiz ciltlik ve Leone Caetani’den İslâm Târihi adıyla çevirip 1924 – 1927 arasında neşrettiği on ciltlik büyük eserler olduğu gibi, Adolf Hitler’den 1940’ta Kavgam adıyla çevirdiği siyâsî ve ideolojik hâtırât da yer almaktadır. Ayrıca 1903’te Pierre Loti’nin İzlanda Balıkçısı, 1906’da Leon Marilie’den Hürriyet-i Vicdan, 1924’te Emile Durkheim’dan Din Hayatının İbtidâî Şekilleri, 1936’da Anatole France’tan Allahlar Susamışlardı, 1947’de Arthur Koestler’den Sovyet Efsanesi ve Hakikat: Kızıl Rusya’nın İç Yüzü adlı kitapları dilimize kazandırmıştır.
Polemikleri ve muhalif kimliğiyle basın târihimizde önemli bir yer edinen Hüseyin Câhid, ömrü boyunca epey yekûn tutan pek çok alandaki yazı çalışmaları sâyesinde, S. Coşar’dan öğrendiğimize göre, öldüğü zaman karikatürist Necmi Rıza tarafından hâtırâsına ağlayan bir dolma kalem çizimiyle uğurlanmıştır.
Göktürk Ö