Sultan Abdülaziz’in yâverliğini yapmış ve Erzurum mevki kumandanı iken ölen Mirlivâ Mehmed Said Paşa’nın oğlu olarak İstanbul’da doğan Hüseyin Rahmi, annesini küçük yaşta kaybettiği için babasının görevi dolayısıyla bulunduğu Girit’te 1868 – 1869’da bir süre kaldıysa da buradan İstanbul’a getirilmiş ve anneannesiyle teyzesinin yanında büyümüştür. Mahalle mektebinden sonra Mahmudiye Rüşdiyesi’ne ve orayı tâkiben resmî dâirelere kâtip yetiştiren Mahrec-i Aklâm’a verilen, burada târih hocası ve sonraki yılların son Osmanlı vak’anüvisi olan Abdurrahman Şeref Efendi’nin teşvikiyle iki yıl kadar Mülkiye Mektebi’ne devam eden Hüseyin Rahmi, zayıf bünyesi dolayısıyla hastalanarak bir yıl boyunca tedâvi gördü ve bunun sonrasında okula devam edemeyerek 1880’de Adliye Nezâreti Ceza Kalemi’nde memûriyete başladı. II. Meşrûtiyet’in îlânından önce son olarak Nâfia Nezâreti Tercüme Kalemi’nde kâtiplik yapan ve memuriyetten bu târihte ayrılan yazar, hayatının bundan sonraki kısmını, T.B.M.M.’de milletvekili olarak bulunduğu 1936 – 1943 yılları arasını saymazsak, yazarak kazanmış ve kendisini bütünüyle edebiyata hasretmiştir.
Daha on iki yaşındayken yazdığı ve Aksaray yangınında yok olan Gülbahar Hanım piyesiyle kalem çalışmalarına başlayan Hüseyin Rahmi, 1886’da Saadet gazetesinde ilk yazılarını yayınlamış, ilk hikâyesi olan “İstanbul’da Bir Frenk” ise 1887 Temmuz’unda Cerîde-i Havâdis’te neşredilmiştir. İlk romanı olan ve 1889’da Şık adıyla basılan eseri, bu isimle kitaplaşmadan evvel, 1887’de Tercümân-ı Hakîkat’te Ayna adıyla tefrîka edilmiş ve yazarı da Ahmed Midhat Efendi’nin teveccühüne nâil olarak onun tarafından “mânevî evlât” edinilmiş, gazetenin maaşlı kadrosuna alınmıştır. 1894’ten îtibâren İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalışan Hüseyin Rahmi, kendisine romancı olarak şöhret kazandıran ilk eseri Mürebbiye’yi 1899’da yazmış ve burada muhafazakâr bir âilenin erkeklerini baştan çıkaran bir Fransız kadınını anlatmıştır. Yanlış ve şekilci bir Batılılaşmayı züppe ve alafranga tipler üzerinden eleştirdiği ve Alafranga adıyla 1901’de İkdam’da tefrîka edilip, Şıpsevdi adıyla kitaplaşacak romanının sansür tarafından yasaklanması üzerine de II. Meşrûtiyet’e kadar roman yazmamıştır. Bu tarihten sonra, yılların sansür baskılarından kurtulan matbuât âleminde meydana gelen yayın patlamasına, Ahmed Râsim’le Boşboğaz ile Güllâbi adlı mizah dergisini çıkararak dâhil olmuş, pek çok gazetede tefrîka etmeye başladığı roman ve hikâyelerini kitaplaştırmıştır.
Meşrûtiyet’ten sonra bilhassa toplumda kuvvetli bir yer edinmiş çeşitli bâtıl inançları, sonunda akılcı bir çözümle açığa çıkacak fantastik unsurlarla işleyip, birer dînî değer şeklini alarak yaygınlaşmış bu saplantıları eleştirdiği Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Gulyabani (1913), Dirilen İskelet (1923), Efsuncu Baba (1924), Mezarından Kalkan Şehid (1926) gibi romanları yazan Hüseyin Rahmi, Billur Kâlb (1924) adlı romanında savaş muhtekirleri ve Büyük Harb’in yol açtığı yokluk ortamında çalışarak sosyal hayata dâhil olmak zorunda kalan genç kızları, onları bekleyen tehlikeleri ele almış, yâni yaşadığı devrin sosyal meselelerini gerçekçi tarzda işlemiş bir romancıdır. Cemiyeti ilgilendiren hemen bütün problemleri romanlarına aksettiren sanatçı, bu bağlamda mizâhı da çok başarılı bir şekilde kullanarak her çeşit insan tipini, romanında toplumsal gâyeler gütmek, insanları bilgilendirip aydınlatmak maksadıyla şahıs kadrosuna dâhil etmiştir. Ertaylan, Hüseyin Rahmi’nin en önemli özelliklerinin, her şeyde gülünecek bir yan bulan müzeyyif ve alaycı yanı ile en şen gönüllerde saklı keder ve elemleri hisseden rakîk ve müteheyyiç yanı olduğunu ve bunların, eserlerinde yan yana veya uzak bir arada bulunabildiğini yazmıştır. Yine Ertaylan’a göre eserlerinde işlediği karakterlerin lisanında kendi fikirleri duyulmayan ve kendi şahsiyetini silerek kahramanlarının rûhuna temessül eden Hüseyin Rahmi, Ö. Göçgün’e göre zaman zaman okuyucuyu karakterler konusunda îkaz ederek değer yargıları va’z eden bir yazardır. Dili ve üslûbu sâde olan ve hatta dilde sâdeliğin gereklilik ve öneminin anlaşılmasının edebiyatın gerçek başlangıcı olacağı fikrini savunan Hüseyin Rahmi, Ahmed Midhat Efendi’nin izinde başladığı romancılıkta hayatın gerçek kesitleri ve kendi tecrübelerini eserlerine aksettirmiş; E. Zola, G. Maupassant ve A. France’ın etkisinde natüralist ve realist yaklaşımların her ikisine de yer yer yaklaşıp uzaklaşan bir anlayışı benimsemiştir.