“Kendisiyle birlikte sabah akşam tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi. Biz Davud’un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.” (Sâd, 38/18-20)
Yüce kitabımız Kur’an’da adı çokça zikredilen peygamberlerden biri de Hz. Dâvûd (a.s)’dur. İsmi, Kur’an-ı Kerim’de on altı yerde geçmektedir. İsrailoğullarına gönderilen Hz. Dâvûd, hem peygamber, hem de bir hükümdar idi. Hz. Süleyman’ın babasıdır. Kudüs’te doğmuş, orada yaşamış ve yine orada vefat etmiştir. Dört büyük kitaptan biri olan Zebur kendisine gönderilmiştir.
Hz. Musa’dan sonra azgınlaşan İsrailoğulları, Tevrat’ın hükümlerini değiştirmiş-ler, peygamberlerini dinlememişler ve ahlakları tamamen bozulmuştu. Bunun üze-rine yüce Allah, Amâlika kavmi hükümdarı Câlût’u, İsrailoğullarına bela olarak gön-derdi. Câlût, İsrailoğullarını vatanlarından sürüp çıkardı, büyük katliamlar yaptı.
Bütün peygamberler gibi Hz. Dâvûd da insanları Allah’ın dinine davet etti ve ada-letle hükmetti. Kudüs’ü başkent yaptı ve “Mescid-i Aksâ” adıyla Kur’an-ı Kerim’de bildirilen büyük bir mescidin inşasını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleyman (a.s)’a vasiyet ederek, yüz yaşında vefat etti.
Hz. Davud’a verilen üstünlüklerden bir kısmı Kur’an’da zikredilmiştir. O, her şeyden önce bir peygamber idi. Aynı zamanda kendisine saltanat da verilmişti:
“…Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti…”
Rivayete göre, Amâlika ordularının başında Câlût bulunuyordu. Tâlût’un ordu-sunda ise Dâvûd (a.s) vardı. Hz. Dâvûd, daha küçük yaşta bir delikanlı iken, hak davanın amansız düşmanı, zorba ve güçlü ordulara sahip olan Câlût ile yaptığı mü-cadeleyi kazandı ve bu savaşta Câlût’u sapan taşıyla öldürdü berler Tarihi, II/184). Zalim hükümdar Câlût’un daha önce gaspettiği bir sandık vardı. İsrailoğulları tarafından kutsal kabul edilen bu sandıkta (Tâbût) Hz. Musa ile Hz. Harun ailesinin mirası bulunmaktaydı. Bu savaşta Hz. Dâvûd, söz konusu sandığı Câlût’un elinden kurtardı ve İsrailoğullarına geri iade etti (Bakara, 2/248). Tâlût’un ölümünden sonra Hz. Dâvûd, İsrailoğullarının hükümdarı oldu.
“…Dâvûd ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik. Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaş-larınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?”
“Andolsun, Davud’a tarafımızdan bir lütuf verdik. ‘Ey dağlar! ‘Kuşların eşliğinde onunla birlikte tespih edin,’ dedik. Demiri ona yumuşattık ve ‘Boy boy zırhlar yap, işçilikte de ölçüyü tuttur. (Ey müminler!) salih amel işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görü-rüm’ diye vahyettik.”
Yukarıdaki ayetlerde belirtildiğine göre Allahu Teâlâ, mucize olarak dağları, taş-ları, kuşları O’nun emrine vermişti. Sesi çok güzel ve tesirliydi. Yanık sesiyle Zebur’u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner, hep birlikte okunan Zebur’u tek-rar ederlerdi. Allah, Hz. Davud’a demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mucizesi verdi. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazi-nesinden bir şey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, Hz. Davud’un huzuruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi (D.İ.A, Dâvûd Mad. IX/22-23).
Konu başında yer verdiğimiz ayette Hz. Davud’a “hikmet” ve “fasle’l-hitap” veril-diği belirtilmektedir. “Hikmet”, ilim ve peygamberlik gibi manalara gelir. Böylece o, hikmet ile Allah’a nasıl kul olacağını bilmiş, hayatı nasıl değerlendireceğini öğren-miş, idareciliği en üst seviyede icra etmiştir.
Ayetin sonunda yer alan “Fasle’l-hitap” ise, bitirici, ayırıcı, halledici, hall-ü fasl edici bir söz özelliği, bir hitap imkânı anlamlarına gelmektedir. Rabbimiz ona büyük bir söz belâgatı ve fesâhatı vermişti. O konuştu mu her şeyi ayan beyan eder, her şeyi çözüme kavuştururdu. Sözü, hükmü çok net ve açıktı.
Hz. Dâvûd, çok ağlar, çok ibadet ederdi. Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak ibadetle geçirirdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyurdu. Bir gün oruç tutar, öbür gün tutmazdı.
Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a en sevimli oruç, Dâvûd (a.s)’un orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur.
Üçte birinde (nafile) namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu.”
Buraya kadar Hz. Davud’dan bahsedilen ayetlere ve tarihî bilgilere kısaca yer ver-dik. Elbette Kur’an’da zikredilen peygamberlerin hayatları, sadece geçmişten bahse-den tarihî kıssalar olmayıp, bizim ders ve ibret almamız içindir.
Buna göre Allah’a gönülden bağlı olmamız ve O’na kulluktan asla vazgeçme-memiz gerekir. Her zaman adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre hareket etmeliyiz. Sahip olduğumuz servet ve makamlar bizi asla şımartmamalı, bozgunculuğa ve fesa-da sevk etmemeli. Öyleyse imanımızın birer yansıması olan ibadetlerimizi mutlaka yapalım. Allah’a olan hamd ve şükrümüzü daima yerine getirelim.