“Sonra bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.” (Hadîd, 57/27)
Müslümanlar olarak Allah’ın seçtiği tüm peygamberlere ve onlara indirilen ki-taplara inanırız. Bütün peygamberler, gönderildikleri toplumları tevhîd inancına çağırmış ve kendilerinden sonra gelecek Allah elçilerinin davetine de uymayı tav-siye etmişlerdir. Kur’an’da ismi sıkça geçen; gerek yaratılışı ve gerekse ölümü ol-dukça sırlı olan peygamberlerden birisi de Hz. İsa (a.s)’dır. İslam’a göre, Hz. İsa, Meryem’den babasız dünyaya gelmiş bir peygamberdir.
“Allah nezdinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah, onu topraktan yarat-tı. Sonra ona ‘Ol!’ dedi ve oluverdi.” (Âl-i İmran, 3/59)
O, İsrailoğullarını hak dine ve tevhid inancına davet eden ve son peygamberin gelişini haber veren bir müjdecidir. Kur’an’da, “ Hani, Meryem oğlu İsa, Ey İsrail oğul-ları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim demişti.” diye belirtilmektedir.
Hz. İsa’nın ölümü ile ilgili olarak Kur’an’da şu bilgiler verilmektedir:
“Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük’ demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öl-dürmediler. Bilakis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.”
Ruhbanlık; insanlardan uzaklaşıp riyazete çekilerek dünya zevklerini terk etmek ve kendini aşırı bir şekilde ibadete vermek demektir. Ruhbanlık, Hıristiyanlara özgü bir anlayıştır. Hz. İsa’dan sonra, gördükleri baskı ve zulüm sebebiyle bir kısım Hıris-tiyanlar toplumsal hayattan soyutlanarak, edindikleri özel mekânlara çekilmişler ve kendilerini ibadete adamışlardı. Zamanla, bir yaşayış biçimi olarak, Hıristiyanlığın bünyesinde yerleşen bu uygulamaya ruhbanlık, uygulayanlara da ruhban adı verildi.
Ruhbanlar, Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek ve hayatın yozlaştırıcı unsurların-dan uzakta kalabilmek için bu geleneği benimsemişlerdi. Bunlar, inzivaya çekilmek, hiç evlenmemek, ruhsal arınma, dünyaya önem vermeme, bir lokma ve bir hırka yeter gibi bir anlayış içerisinde hayatlarını sürdürüyorlardı. Düşünceleri ve ruhlarını her türlü ihtirastan arındırıp varlıklarını tümü ile Allah’a adayacaklardı. Sonraları bu düşünce uygulamada amacından uzaklaştı, birtakım ruhsuz törenlere ve biçimsel şenliklere dönüştü. Üçüncü asırdan itibaren evlenmeyi bir fitne olarak görmüşler ve evlenmemişlerdi. Bu ve benzeri düşünceler nedeniyle Hıristiyanların birçoğu bu ruhban sınıfını kabul etmemektedirler.
Ruhbanlık, İslamî bir davranış olmadığı gibi, hak dinlere de nispet edilemez. İs-lam, dünyayı terk etmeyi değil, dünya ve ahiret dengesini sağlamayı, Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim olması ve Allahın isminin yüceltmesini amaçlar. İslam’ın gayesi, insanları her türlü fitne ve fesattan korumaktır. İslam’da ruhbanlık olmadığı gibi, ayrıcalıklı din adamı sınıfı, günahları bağışlama, dinden çıkarma (aforoz) ve cennet belgesi verme yetkisi de yoktur.
Kul, rabbine arada hiçbir vasıta olmadan yönelebilmelidir. Peygamberin görevle-rinden biri de, din ve dünya işlerini birlikte yürütmek, yüce Allah’ın mesajını bütün insanlara duyurmak, Allah’ın emirlerini yeryüzünde hâkim kılmaktır. Müslüman olarak bizim görevimiz, yüce Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmek ve bü-tün peygamberleri ve getirdiklerini kabul etmektir.