“Meryem oğlu İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.” (Mü’minûn, 23/50)
Hz. Meryem, insanlık tarihinin en önemli sembol şahsiyetlerinden biridir. O, iffetin, dindarlığın, hanımefendiliğin, sabrın, tahammülün ve anneliğin simgesidir. Hz. Meryem’in annesi, Meryem daha doğmadan onu kayıtsız şartsız Allah’a adamıştı (Âl-i İmrân, 3/35). O dönemde Kudüs’teki tapınakta ibadet ile dolu bir hayat yaşa-maları için erkek çocukların Allah’a adanması bir âdetti. Fakat Meryem’in annesi Hanna ne bilecekti ki, karnında taşıdığı yavru, bir kız çocuğu idi (Âl-i İmrân, 3/36). Allah bu güzel adağı kabul edip onu teyzesinin kocası Zekeriya’nın himayesinde tıpkı nadide bir çiçek gibi yetiştirdi (Âl-i İmrân, 3/37).
Zekeriya tapınakta küçük çocuk için, ancak merdivenle ulaşılabilen bir mihrap inşa etmişti (Taberî, el-Câmî, III, 246). O, ne zaman Hz. Meryem’in yanına, mihraba gir-se Meryem’in yanında yiyecek bulurdu. Çünkü Allah’ın hesapsız rızkı Hz. Meryem’e lütuf olarak geliyordu (Âl-i İmrân, 3/37).
İffet ve dindarlığın, şahsında toplandığı hanımefendi, evli değildi. Fakat bir gün Allah’ın emriyle Melek Cebrail, hiç evlenmemiş olan bu hanıma Allah’ın ruhunu üfledi (Meryem, 19/18-22). İmran’ın kızı Meryem, artık Allah’ın kelimesine, mucize çocuğa hamileydi. Bu çocuk, tıpkı atası Âdem gibi harikulade olarak babasız dün-yaya gelecekti (Âl-i İmrân, 3/59). Artık İsa Peygamber, dünyayı aydınlatmaya geli-yordu. Kral Agustus’tan sonraki kırk ikinci yılda, Julius Sezar’ın Roma imparatoru olduğu dönemde, İsa Mesih, Filistin’de Beytüllahim (Bethlehem)’de dünyaya geldi (Nesaî, “Salat”,1).
Bazıları Hz. Meryem’i iffetsizlikle suçladı (Nisâ, 4/156). Nasıl olur da, babasız bir çocuk dünyaya gelirdi ki? Ağaç tohumsuz olur muydu? Bulut olmadan yağmur yağar mıydı? Olmazdı işte! Allah’ın yeryüzünde kılı kırk yaran tabiat kanunları vardır, elbette! Fakat Allah bazen tabiat kanunlarının dışında iş yapar. Buna da mucize denir. İsa Mesih’in doğumu da, Salih Peygamber’in kayadan çıkan devesi gibi, Musa Peygamber’in yılana dönüşen asası gibi, Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın İsrâ’sı gibi bir mucizeydi. Ne yazık ki, maddeci düşüncenin etkisi altında olan çoğu insan mucizeleri kavrayamaz.
Tüm kadınların örnek almaları gereken iffet timsali, adanmış kadın, iftirala-ra karşı sabretti. İftiracılara kundaktaki çocuğu gösterdi. İsa Peygamber, daha bebekken onlarla konuştu, peygamberliğini yüzlerine haykırdı (Âl-i İmrân, 3/46; Mâide, 5/110).
Roma, o dönemde putperestti. İsa Peygamber, Allah’ın birliğini insanlara anlat-mak üzere gönderilmişti ve bu görevi yerine getirirken, her peygamber gibi eziyet ve işkenceye maruz kaldı. Bir avuç insan O’na inandı (Âl-i İmrân, 3/52-53). İnançsızlara göre, O’nu susturmanın en iyi yolu öldürmekti. Denediler de bunu. Fakat Allah onları şaşırttı ve İsa Peygamber diye çarmıha bir başkasını astılar (Nisâ, 4/157). Allah, bir mucizeyle bu dünyaya gönderdiği Peygamberini yine bir mucizeyle çekip al-mıştı, katına (Nisâ, 4/158). Başı mucize, sonu mucize Resul, insanlığa İncil’i, Müjdeyi armağan ederek çekilmişti, Allah katına. Fakat insanlar rahat durmadılar. Kutsal kitaplar hidayet bulmak için değil de, birilerinin maddî çıkarlarına hizmet etmek için gönderilmiş gibi, tahrife koyuldular İncil’i! Oysa İncil, kendi gibi bir müjde olan iki kitabı tasdik ediyordu. Kendinden önceki Tevrat’ı ve kendinden sonraki Kur’an’ı (Âl-i İmrân, 3/50). Üstelik İncil, Adı Ahmed olan bir Peygamberin geleceği haberini vererek, insanlığa verilebilecek en büyük müjdeyi veriyordu (Sâff, 61/6).
Pek çok kişi ya İsa Mesih’e hiç inanmadı ya da onun tebliğ ettiği Allah’ın birliği inancını çarpıtarak, ‘Allah üçtür’ iddiasında bulundu. İsa Peygamber’in babasız do-ğuşunu anlayamadılar ve ‘İsa, Allah’ın oğludur’ dediler (Nisâ, 4/171; Mâide, 5/72; Tevbe, 9/31). Oysa Hz. İsa, Allah’ın kulu ve peygamberidir ve Allah her şeyden yücedir. İsa Peygamber insanlardan Allah’a inanmalarını, O’na kulluk etmelerini istemişti (Zuh-ruf, 43/63-64). Ve İsa Peygamber, (Allah) bana, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht ve zorba kılmadı’ demişti (Meryem, 19/32).
Hiçbir peygamber Allah’ın emirlerini bildirme bakımından diğerinden farklı de-ğildir. Fark sadece uygulamadaki bazı ayrıntılarda olabilir. İsa Peygamber de kutlu peygamberlik zincirinin en güzide halkalarından biridir. O, dünyaya adalet, barış, huzur ve imanı armağan etmek istedi. Ona reva görülen, ateşe atıldığında atası İb-rahim Peygambere reva görülenle ya da son peygamber Muhammed (s.a.s)’e karşı yapılan eziyetlerle aynıdır. Annesi Hz. Meryem’e yapılan iftiranın Hz. Aişe’ye yapı-lan iftirayla aynı olduğu gibi.
Yollarına gül sermek gereken bu kutlu peygamberlerin yollarına diken serpildi. Karşılarında saygıyla eğilip hayırla anılması gereken anneler incitildi. İnsanlık tarihi bu tür zorbalıklarla doludur. İnsan suretinde olan, fakat ruhî melekelerini yitirmiş insanlar, peygamberlere, Peygamber eşlerine, Peygamber hanımlarına iftira ederken, aslında kendilerine verilen müjdeyi, başlarına gelecek azapla değiştirdiklerinin far-kında olsalardı, aynı şeyi yaparlar mıydı?
İnsanlık, İsa Peygamber’den Allah’ın birliğini, anneye nezaketi, vefayı ve sabrı öğrendi. Dünyanın en büyük imparatorluğu size karşı da olsa, Allah’a sığınıldığında en güçlünün siz olduğunu öğretti. Ve Allah istemedikçe kimsenin canının alınama-yacağını!
İsa Peygamber beşikte konuştuğu gibi, bir ibret vesikası olarak, sanki hâlâ bizim-le konuşuyor. Çünkü o, Allah’ın kelimesi! (Enbiyâ, 21/91).
Kur’an’ın tüm insanlığa verdiği mesajı bir daha hatırlayalım:
“De ki ‘Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edin-mesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun, biz Müslümanlarız.’” (Âl-iİmrân, 3/64)
O halde, selam olsun İsa Peygamber’e!
Selam olsun Musa Peygamber’e!
Ve selam olsun sevgililer sevgilisi Muhammed’e!