“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107)
Allah Teala’nın, insanlara kendi içlerinden peygamberler göndermesi, O’nun kullarına büyük bir lütuf ve rahmetidir. Çünkü ilâhî mesajı insanlara ulaştıran, on-lara yaratılış ve var oluş sebebini anlatan, iyiyi, doğruyu, yanlışı, helali, haramı öğ-reten, kısaca dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren, bu kutsal elçilerdir. Nitekim bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir:
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları terte-miz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur…” (Âl-i İmran, 3/164)
Yüce Rabbimizin tüm insanlığa gönderdiği son rahmet elçisi, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’dır. O belli bir topluluğa değil, bütün insanlığa gelmiş Allah’ın elçisi’dir. “Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…” (Sebe, 34/28) ayeti de bunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), peygamberler zincirini tamamlayan son davetçi, dini açıklayıp öğreten, bütün ahlakî güzellikleri kendisin-de barındıran ve yaşayarak bizlere öğüt veren örnek bir şahsiyettir. Onun varlığı izahını yaptığımız ayette de ifade edildiği gibi tüm âlemlere rahmettir. Çünkü o, bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş model bir şahsiyettir. Bu özelliği ile o, insanların acılarını sıkıntılarını içinde hissederek duyan biridir. Müminlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir. Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de peygamberimiz için raûf (çok şefkatli) ve rahîm (çok merhametli) tabirlerini kullanarak (Tevbe, 9/128), onun insanlara ne kadar düşkün olduğunu bizlere haber vermektedir. Yüce Allah, kendisine ait olan bu iki güzel ismi, resullerinden sadece Peygamberimiz için kul-lanmıştır. Onun sevgisi insanları aşıp, diğer canlıları, dağı, taşı, bitkileri, ağaçları kaplamıştır. O, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini ifade eden bir peygamberdir.
“Âlemlere rahmet” vasfı, sevgili Peygamberimizin örnekliğinin evrensel olduğu-nu, yani tüm insanlığı ve varlık âlemini ilgilendirdiğini göstermektedir. Onun rah-meti, iman edenlerden başlayarak tüm insanlara, hayvanlara, bitkilere ve bilip bil-mediğimiz bütün varlıklara kadar uzanır. Dolayısıyla peygamberimizin gönderilişi, Allah’ın bizlere olan rahmet, şefkat ve lütfunun bir sonucudur. Çünkü o gelmeden önce insanlık her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmış, toplum hayatı bozulmuş, ahlak tamamen kaybolmuştu. Kadın toplumun dışına itilmiş, esir mua-melesi görerek eşya gibi alınıp satılır olmuş, kız çocukları ise uğursuzluk işareti sayı-lıp diri diri toprağa gömülmeye başlamıştı. Can ve mal güvenliği kalmamış, şiddet, kavga, savaş alabildiğine yaygınlaşmıştı. Adalet, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik, hoşgörü, müsamaha, acıma vb. kavramlar toplum hayatından yok olmaya yüz tut-muş, sapıklık ve küfür alabildiğine yaygınlaşmıştı.
İşte böyle bir durumda iken Allah Teala, insanlığı içinde bulunduğu insanlık dışı düşünce ve davranışlardan kurtarmak için sevgili peygamberimizi göndermiştir. O, getirmiş olduğu evrensel prensipler sebebiyle tüm insanlık için bir rahmet ve kur-tuluş vesilesi olmuştur. Hz. Peygamber bize, Allah’a gönülden iman etmeyi, O’nu sevmeyi, O’na bağlanarak iç barışı ve doğru yolu bulmayı, ibadetlerle hayatımızı anlamlı kılmayı, dürüstlüğü öğütledi.
O, haksızlığın yerine adaleti; nefretin yerine sevgiyi; düşmanlığın yerine kardeş-liği; sürtüşmenin yerine dayanışmayı; cimriliğin yerine cömertliği; savaşın yerine barışı; şiddetin yerine müsamaha ve hoşgörüyü; kabalığın yerine yumuşak huylulu-ğu ve nezaketi getirdi. Bunun yanında yalan, hile, fitne, gıybet, iftira, kin v.b. toplum huzurunu bozan davranışları söz ve uygulamalarıyla önlemeye çalışarak gerekli ted-birleri aldı. Yetimin ve kimsesiz çocukların elinden tutmayı, açı doyurmayı, düşeni kaldırmayı, çalışmayı, emeğin hakkını vermeyi, çalmamayı, insanlara yararlı olma-yı, kimseyi incitmemeyi, emaneti korumayı, gülmeyi, tebessümü, yardımlaşmayı, komşularla iyi geçinmeyi, akrabalık bağlarına riayet etmeyi, ırkından cinsinden ve sosyal statüsünden dolayı insanları dışlamamayı o öğretti. Bizler bağışlama ve hoş-görünün en mükemmel örneğini, insana saygının en yücesini, şefkat ve merhametin en güzel tezahürlerini, en zor durumda iken bile insanı kazanmayı, beddua etme-meyi, en güçlü durumda iken bile affetmeyi sevgili Peygamberimizden öğrendik.
Kur’an-ı Kerim, sevgili Peygamberimizin yüce bir ahlak üzere olduğunu vurgu-ladıktan sonra (Kalem, 68/4), onun bizler için ideal bir örnek olduğunu, Allah’a ve ahiret gününe inanan her bir kişinin onun ahlakını örnek alması gerektiğini belirt-mektedir (Ahzâb, 33/21). Bu nedenle küçüğünden büyüğüne, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, kısaca toplumdaki tüm fertlerin, onun getirmiş olduğu ilahî mesaja ve bunun hayata geçirilmiş olan örnekliğine her zaman ve her mekânda ihtiyacı vardır. Bu da ancak Hz. Peygamber’i çok iyi tanıyıp anlamak ve sünnetini yaşantımıza geçirmekle mümkün olacaktır. Çünkü Allah Teala, kendisini sevenlere şu mesajı duyurmasını istiyor Resulümüzden:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmran, 3/31)
Netice olarak bugün insanlığın içinde bulunduğu sıkıntı, kavga, şiddet, aile ara-sındaki geçimsizlik, beşerî ilişkilerdeki olumsuzluklar, onu yeterince anlayamamak ve hayatımızın içinde yeterince yer vermemekten kaynaklanmaktadır. Toplumun ve tüm insanlığın huzuru, onun bize öğrettiği yüksek ahlaki ilkeleri hayatımıza geçir-meye bağlıdır. Bu nedenle tüm âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’i ve onun tebliğ etmiş olduğu evrensel mesaj olan Kur’an’ı doğru anlamaya ve anlat-maya, onun sevgisinde birleşmeye bu gün çok daha muhtacız…