Hz. Muhammed, farklı rivayetler arasında genel kabul gören ka naate göre Fil Vak’ası’ndan elli (veya elli beş) gün sonra Rebiülevvel ayının 12’sinde (20 Nisan 571) Pazartesi günü Adnaniler’in ana yurdu kabul edilen Mekke’de dünyaya geldi. Babası Abdullah o doğmadan kı sa bir süre önce vefat etmişti; annesi ise doğumdan bir süre sonra vefat etti. Dolayısıyla yetim olarak doğan Hz. Muhammed kısa bir süre sonra annesini de kaybetmiş oldu. İlk yıllarını sütannesi Halime’nin yanında geçirmiş olan Hz. Muhammed’in annesinin ölümü sonrası bakımını de desi üstlendi. Dedesi Abdülmuttalib, ölümünden önce sekiz yaşında olan Muhammed’in bakımını Abdullah ile anne-baba bir kardeş olan E bu Talib’e vasiyet etti. Ebu Talib, ölümüne kadar Hz. Muhammed’in ba kımını üstlenerek onu himayesi altına aldı.
Peygamberlik öncesi dönemdeki yaşantısında Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı müşrik Arap toplumunun putperestliğinden uzak durma ya çalıştığı, ahlaka, adalete, yardımseverliğe ve benzeri erdemlere önem verdiği dikkati çeker. Öyle ki onunla ilgili olarak kullanılan Muhamme dü’l-emin (güvenilir Muhammed) ifadesi onun bu üstün özelliğine işaret etmektedir. Yine bu dönemde Hz. Muhammed her zaman zayıfların ve ezilenlerin yanında olmaya gayret etmiş, Hılfu’l-Fudul gibi çeşitli yardım kuruluşlarında görev yapmıştır. Bu dönemde Hz. Muhammed her zaman sorun çözen bir hakem olarak halkın genel teveccühünü kazanmıştır. Örneğin Miladi 605 yılında Kabe, Kureyşliler tarafından yeniden inşa edilirken Hacerü’l-Esved’in yerine konulması hususunda ortaya çıkan ve şiddetli bir çatışmaya dönüşmesi an meselesi olan anlaşmazlık, o zaman lar otuz beş yaşlarında olan Hz. Muhammed tarafından çözülmüştür.
Hz. Muhammed yirmi yaşını geçtiği sırada ticari seyahatlere çıkma teklifleri alıyordu. Hastalandığı için bizzat gidemeyen bir tüccarın malla rını götürüp başarılı bir sonuç elde edince yeni teklifler aldı. Onun Hati ce bint Huveylid ile evlenmesi de bu ticari gelişmelerden sonra gerçekleşti. Bu evlilik sırasında kendisinin yirmi beş, Hatice’nin kırk yaşında ol duğu söylenmekle birlikte Hatice’nin daha küçük yaşlarda bulunduğu da rivayet edilmektedir. Hatice’nin yirmi sekiz yaşında olduğu yolundaki rivayet bazı araştırmacılarca daha makul olarak kabul edilmektedir.
İçinde yaşadığı cahiliye toplumunun şirk temelli inançlarından, zulüm ve kaosa dayalı toplumsal yapısıyla, ahlaki zaaflarından uzak du ran Hz. Muhammed’in, ciddi bir arayış içerisinde olduğu anlatılmakta dır. Onun zaman zaman şehirden uzaklaşarak sıklaşan aralıklarla Hira mağarasında uzlete çekildiği ve orada tefekkür ve murakabe şeklinde bir tür ibadet hayatı yaşadığı anlatılır. Nitekim Hira’da bulunduğu 610 yılı Ramazan ayının son on günü içinde bir gece, bazı rivayetlere göre pazartesi günü sabaha karşı melek Cebrail asli suretiyle gelmiş ve ona Kur’an’ın ilk ayetlerini getirmiştir.
Hz. Muhammed, getirdiği yeni mesajın Mekke’deki dini ve içtimai geleneği sarsıcı mahiyette oluşu sebebiyle önceleri gizli tebliğde bulun du ve üç yıl kadar sadece yakın çevresini dine davetle yetindi. Hz. Pey gamber o andan itibaren çevresindeki insanları lslam’a davet etmeye başladı. Bu davet üç yıl kadar gizlice sürdü. Önce eşi Hatice, ardından yakın dostu Ebu Bekir, Ali b. Ebi Talib ve Zeyd b. Harise, kızları Zeyneb, Rukıyye ve Ümmü Gülsüm Müslüman oldu. Üç yıllık gizli davet sırasın da Hz. Ebu Bekir’in yakın dostları olan Osman b. Affan, Zübeyr b. Av vam, Abdurrahman b. Avf ve Talha b. Ubeydillah gibi kişiler de lslam’ı benimsediler. Dördüncü yıldan itibaren belli bir sayıya ve güven duygu suna erişen ilk cemaat kendini belli eder etmez Mekkeli müşriklerin şid detli hücum ve işkencelerine maruz kaldı. Mekke’nin ileri gelenleri ve li derleri bu yeni dini kesinlikle kabul edilemez ve Mekke’nin sosyal, siya sal ve ekonomik yapısı için tehlikeli buluyorlardı. Zira onlara göre insan ları yalnızca Allah’ın tek ilahlığını ve rabliğini kabul etmeye davet eden bu inanç, Mekke’de kurulu olan yapıları ve inançları temelinden sarsa cak bir şeydi. Zira Araplar o dönemde Allah’ın varlığına inanmakla bir likte onun aşkınlığından dolayı alemden adeta elini eteğini çekmiş olan bir üstün güç olduğuna inanıyor; Allah adına yeryüzünde insanlar üze rinde egemenlik yetkisinin Lat, Menat, Uzza gibi birtakım tanrısal varlık larla kabile reisleri, toplumsal liderler, zenginler ve güçlülerde olduğunu kabul ediyorlardı. Bir bakıma bunlar Allah adına toplumda egemenlik tesis etmişlerdi. Bu yeni din ise bütün bunları tersyüz ederek, yalnızca Allah’ın uluhiyetini ve üstünlüğünü savunuyordu. Bu yeni söylemin bastırılması ve bu dinin yayılmasının engellenmesi için müşrikler, bu dinin, tespit ettikleri taraftarlarına acımasız bir takibat başlattılar.
Hz. Muhammed bir gün Safa tepesine çıkarak bütün Mekkelilere açıktan İslamiyet’i tebliğ etmeye karar verdi ve orada toplananlara şunları söyledi: “Ey Kureyşliler, size şu dağın arkasında bir düşman birliği var de sem inanır mısınız?” “Evet, senin yalan söylediğini hiç görmedik.” cevabı nı alınca konuşmasına şöyle devam etti: “Öyleyse ben büyük bir azaba uğrayacağınızı size haber veriyorum. Allah bana en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Allah’tan başka ilah yoktur demediğiniz sürece size ne bu dünyada ne de ahirette bir faydam dokunur.” (Belazuri, I. 120).
Kureyşliler, Hz. Muhammed’in İslam’a davet faaliyetlerine engel olması için amcası Ebu Talib ile üç defa görüştü. Ebu Talib birinci müra caatı gönül alıcı bazı sözlerle savuşturdu. İkincisinde Kureyşliler tehdit edici ifadeler kullanınca Resulullah’ı çağırdı ve kabilesine karşı daha fazla direnemeyeceğini söyledi. Amcasının kendisini artık himaye etme yeceğini düşünen Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim.” (tbn Hişam, 1. 266). Bu arada bazı Kureyşliler’in bizzat Hz. Peygamber’le gö rüşüp onu davasından vazgeçirmeye çalıştıkları, kendisine para ve mevki teklifinde bulundukları da kaydedilmektedir.
Hz. Peygamberin Mekke döneminde en dikkat çekici gelişmeler den birisi Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman oluşlarıdır. Bu iki önemli şahsiyetin İslam’a girişi Mekke’de Müslümanların gücünü artır mış ve ciddi bir moral takviyesi yapmıştır. Ancak buna rağmen Müslü manlara yapılan baskı ve takibatlarda bir azalma olmamıştır. Nitekim aralarında Hz. Osman ve eşi Resulullah’ın kızı Rukıyye’nin de bulundu ğu bazı Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmek durumunda kalmışlar dır. On bir erkekle dört kadından oluşan bu kafile MS. 615 yılında Habe şistan’a gitmiştir. Yaklaşık bir yıl sonra Hz. Peygamber yüz sekiz kişiden oluşan ikinci bir kafilenin de Ca’fer b. Ebi Talib önderliğinde Habeşis tan’a göç etmesine izin vermiştir. Müşriklerin Mekke’de kalan Müslü manlara yönelik baskı ve saldırıları artarak devam etmiş ayrıca Müslü manlar yaklaşık üç yıl (617-620) toplumdan tecrit edilmiş bir şekilde tam bir sosyoekonomik boykot ve kuşatma altında yaşamak durumun da kalmışlardır. Kuşkusuz bu durum, Mekke döneminde Müslümanla rın yaşadıkları en zor anlar olarak hafızalarda kalmıştır. Nübüvvetin 10. yılında Ebu Talib ile Hz. Hatice’nin üç gün arayla vefat etmesi (10 Rama zan/19 Nisan 620) Hz. Muhammed ve Müslümanlar için bir başka üzün tü kaynağı olmuş ve bu yıla “hüzün yılı” denilmiştir.
Hz. Peygamber Mekke’de artan baskılar karşısında kendisine İslam mesajını tebliğ etmede daha özgür bir ortam aramaya çalışmış ve bu ne denle Mekke dışına yönelmiştir. Bu amaçla yanına Zeyd b. Harise’yi ala rak Sakif kabilesinin yaşadığı Taife giden Hz. Muhammed’e Taif ileri ge lenleri kaba davranmışlar ve halkı kışkırtarak onun taşlanmasına ve şehir dışına çıkarılmasına neden olmuşlardır. Oldukça acı bir tecrübe olan bu olayda Hz. Muhammed Taiflilerin hidayete kavuşması için dua etmiştir.
620 yılı İslam tarihi açısından önemli bir gelişmeye kapı aralamıştır. Bu tarihte Hz. Peygamber, hac mevsiminde Yesrib’den gelen Hazrec ka bilesine mensup altı kişilik bir gruba İslamiyet’i tebliğ etmiş, onlar da İsla mı benimsemişlerdir. İçlerinden Es’ad b. Zucire, Yesrib’e dönerek bu yeni dini anlatıp bir yıl sonra tekrar Akabe’ de Resul -i Ekrem’le buluşma sözü verdi. Ensar zümresinin çekirdeğini oluşturan bu altı kişinin faaliyetleri neticesinde birçok Yesribli Müslüman oldu. Ertesi yıl onu Hazrecli, ikisi Evsli olmak üzere on iki kişi Resulullah’la gizlice Akabe’ de buluştu. Birin ci Akabe Biatı adıyla anılan buluşmada bu grup Allah’a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek ve iftira et memek üzere Hz. Muhammed’e biat etti. Hz. Peygamber Yesrib halkına Kur’an’ı ve islam’ı öğretmesi ve namaz kıldırması için Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab’ın bir yıl içindeki faaliyetleri Yesrib ileri gelenlerinin Müslüman olmasını sağladı. Nübüvvetin 13. yılı (Ms 622) hac mevsiminde ikisi kadın yetmiş beş Yesribli Müslüman Mekke’ye geldi ve hacdan sonra yine Akabe’de Resulullah’la gizlice buluştu ve Resulullah’a biat etti. Akabe Biatları, Müslümanların yeni bir merkez edinmeleri, sos yal ve siyasal anlamda yeniden yapılanmaları açısından bir dönüm nokta sı oldu. Bu gelişme İslam tarihindeki en önemli hadiselerden birisi, sosyal ve siyasal güç olma açısından bir başlangıç olan Hicret’e kapı araladı.