“Allah, ‘onu (asanı) yere at ey Musa!’ dedi. Musâ da onu (asasını) attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş!” (Tâ-hâ, 20/19-20)
“(Firavun’un imana yanaşmaması üzerine) Musa’ya, ‘Kullarımı
(İsrailoğullarını) geceleyin (Mısır’dan) yürütüp çıkar. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç’ diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.” (Tâ-hâ, 20/77-78)
Kur’an-ı Kerim’in en büyük özelliklerinden birisi, geçmiş kavim ve peygamber-lerin ibretli olaylarından haber vermesidir. Allah Teâlâ, insanlara seçilmiş örnek-ler olarak gönderdiği peygamberlerini hiçbir zaman kendi başlarına bırakmamıştır. Onları daima kontrol altında tutarak bedenî tehlikelerden koruduğu gibi, yaymakla görevli bulundukları ilahî mesajın anlatılması konusunda da sonsuz kudretiyle da-ima desteklemiştir. Bu bağlamda peygamberlere bahşedilen ilahî desteklerden biri de mucizelerdir.
Hz. Musa (a.s)’nın, sihirbazlar karşısında asasının yılan şekline dönüşmesi ve iman edenlerle birlikte denizde açılan yoldan geçerek Firavun’dan kurtarılması, Kur’an-ı Kerim’de anlatılan ilginç hadiselerden biridir. Bu olay Kur’an’da şöyle an-latılmaktadır:
Hz. Musa (a.s)’nın tevhid dinini anlatmaya başlamasıyla birlikte saltanatına za-rar geleceğini düşünen Firavun, Hz. Musa (a.s)’ya verilen mucizeleri sihir olduğu iddiasıyla inkâr eder. Firavun daha da ileri giderek Hz. Musa (a.s)’ya, “sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin? Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız” der ve bunun için bir buluşma vakti belirlemesini ister (Tâ-hâ, 20/56–58). Hz. Musa, halkın en kalabalık olduğu zaman olan bayram gününün kuşluk vaktine randevu verir. Hz. Musa ile sihirbazlar o vakitte kozlarını paylaşmak üzere buluşurlar. Sihirbazlar gururla ortaya çıktıklarında Hz. Musa, önce onların maharetlerini ortaya koymalarına müsaade eder. Bunun üzerine onlar sihirlerini or-taya koyarlar. Sihrin etkisi ile ipleri ve değnekleri, Hz. Musa’ya doğru hızla sürünen birer yılan gibi görünür (Tâ-hâ, 20/59, 65-66; ayrıca bk. Yûnus, 10/79-92). Musa, oracıkta endişelenince Cenâb-ı Hak imdadına yetişir ve şöyle buyurur:
“Korkma (ey Musa!). Çünkü sensin en üstün olan. Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.” (Tâ-hâ, 20/68-69)
Hz. Musa (a.s) değneğini bırakınca, onların sihirlerini yutan bir yılan hâline dö-nüşüverir. Bu mucize karşısında sihirbazlar imana gelirler (Tâ-hâ, 20/70). Sihir-bazların iman edip Hz. Musa’nın safına geçtiklerini gören Firavun ise kızgınlıktan küplere biner ve şöyle der:
“Demek, ben size izin vermeden önce ona (Musa’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka iyice göreceksiniz.” (Tâ-hâ, 20/71)
Firavun bu sözleri ile etrafa ne kadar dehşet salmak istese de, Musa’nın Rabbi’ne iman eden sihirbazlar bu korkuya aldırış etmeksizin, “Şüphesiz ki biz, günahlarımı-zı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı, azabı ise daha kalıcıdır” diyerek imandaki kararlılıklarını or-taya koyarlar (Tâ-hâ, 20/72-73).
Firavun’un imana yanaşmaması üzerine Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya, İsrailoğulla-rından kendisine iman eden kullarını geceleyin korkusuzca Mısır’dan çıkarmasını ve onlara denizde kuru bir yol açmasını bildirdi. Hz. Musa da öyle yaptı. Sonuçta Cenâb-ı Hak, denizde açılan kupkuru yoldan inananları karşıya geçirip Firavun’dan kurtardı. Firavun ise müminlere saldırmak için askerleriyle birlikte onları takibe koyuldu. Tabi ki hep birlikte boğulup gittiler (Tâ-hâ, 20/77-78; Yûnus, 10/90). Fi-ravun boğulma anında, “İsrailoğullarının iman etmiş olduğu Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” diyerek Allah’a teslimiyetini ifade etti. Ne var ki Allah, ümitsizlik hâlinde zuhur eden ve manevi cebir altındaki iradeden kaynaklanan bu imanı kabul etmediğini haber verdi. Şöyle ki:
“Şimdi mi (iman ettin)? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Biz de bugün arkandan geleceklere ibret olması için senin bedenini koruyacağız. Çünkü insan-lardan birçoğu ayetlerimizden gerçekten habersizdir.” (Yûnus, 10/91-92)
Görüldüğü gibi yüce Allah, yolunda yürüyen ve kendi uğrunda çalışanları, çe-şitli sıkıntılarla imtihan etse de, sadece ebedî mükâfata aday etmekle kalmaz, onları en sonunda sıkıntılarından ve düşmanlarından da kurtarır. Düşmanlarını ise, önce mühlet verse de en sonunda amansız şekilde cezalandırır. Ümitsizlik hâlinde ortaya konan imanı da kabul etmez. Çünkü ümitsizlik hâlinde irade manevi bir zorlama al-tına girmiş durumdadır. Hâlbuki iman serbest irade işidir. Kişi, ancak hür iradesiyle Allah’a iman ettiği takdirde imanı kabul edilecektir.