“Onu (bebek Musa’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.” (Tâ-hâ, 20/39)
Allah’ın dininin tebliğ görevlisi olan peygamberler, peygamberlik öncesinde ve peygamberlik dönemlerinde yüce Yaratıcının özel gözetimi altında itina ile korun-muşlardır. Bu konudaki ilginç örneklerden birisi, Kur’an’da kavmiyle olan ilişkile-rinden sıkça söz edilen Hz. Musa’ya aittir. Şöyle ki:
Rivayetlere göre, Firavun Hz. Musa’nın doğumuna tesadüf eden yılda korkunç bir rüya görür. Yorumcular tarafından bu rüya, “o sene doğacak bebeklerden biri-nin, ileride Firavun’un saltanatına son vereceği” şeklinde yorumlanır. Bunun üze-rine Firavun, saltanatına son verecek bebeğin hangisi olduğunu bilemediği için, o sene içerisinde doğan bütün bebeklerin toplatılıp öldürülmesini emreder. Böyle de uygulanır. Ancak Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın annesine, bebek Musa’yı bir sandık içe-risine koyarak Nil nehrine atmasını ilham eder (Tâ-hâ, 20/38).
Yukarıda verilen ayetlerde açıkça belirtildiği gibi, Hz. Musa’nın annesi, ciğerpare yavrusunu Allah’a havale ederek bir sandığın içerisine yerleştirip nehre bırakır. Allah Teâlâ tarafından çizilen senaryo gereği, nehre atılan sandık kıyıya vurur. Firavun’un adamları bu sandığı bulup saraya götürürler. Sarayda açılan sandığın içerisinde bir de ne görsünler, sevimli mi sevimli bir bebek… Allah Teâlâ bu bebeğe, Firavun ailesinin, onu sevip alıkoyacakları, sonra da büyütüp besleyecekleri bir sevgi ve gü-zellik bahşetmiştir (Tâ-hâ, 20/39). Bu sevgiyle Firavun ve eşi, bebek Musa’yı sarayda büyütüp yetiştirmeye karar verirler. Öte yanda ise bebek Musa’nın annesi, yavrusu-nun hasretiyle yanıp tutuşmaktadır. Her şeye kâdir olan yüce Mevlâ, anne ile bebeği bir araya getirecek senaryoyu da hazırlamıştır. Zira bebek Musa, hiçbir sütannenin memesini kabul etmemiş ve bu olay çevreye yayılmıştır. O noktada Musa’nın kız kardeşi devreye girer ve doğruca Firavun ailesine koşar, der ki: “Size onun bakımını üstlenecek birini göstereyim mi?” (Tâ-hâ, 20/40). Bebeğin sevgisiyle vurulan Firavun ai-lesi, çaresizlik içerisinde bu teklifi kabul eder. İşaret edilen hanım, Musa’yı dünyaya getiren ve öz yavrusunu Allah’ın emriyle nehre atan “anne”dir. Anne saraya çağrılır. Bebek Musa, bu kez öz annesinin memesine hasretle sarılıp kana kana emer. Artık, bebek de anne de, Firavun sarayının en kıymetli süresiz misafiri, daha doğrusu Fi-ravun ailesinin birer ferdi olurlar.
Konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya hitapla, “gözü aydın olsun ve üzülmesin diye seni annene döndürdük” (Tâ-hâ, 20/40) buyurmaktadır. Bundan sonra Cenâb-ı Mevlâ, yeryüzünde bir sünnetini uygulamaya koyacaktır. Bu “sünnetullah”; “Firavunların sarayında ve onların bakımında “Musa”lar yetiştirmek, onlar aracılığı ile de Firavunların batıla dayanan saltanatlarını yok etmek.” Kaynaklarda bu husus darbı mesel olarak anlatılmaktadır.
Cenâb-ı Hakk, Hz. Musa’nın bebekliğinde başına gelen bu tehlikeli macera ile ilgili olarak “Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk” buyurarak, bu olayı “lütuf ve iyilik” (Tâ-hâ, 20/37) olarak nitelemektedir.
Görüldüğü gibi, Allah Teâlâ, ileride risalet görevini yüklenecek olan Hz. Musa’yı daha bebekken, Allah’a ve onun yolundakilere amansız düşman olan Firavun’un uyguladığı nesil katliamından, akıllara durgunluk verecek bir yöntemle korumuş-tur. Bu olay Kur’an’da, bize ibret olması için anlatılmıştır. Cenâb-ı Hakk, kendi yo-lunda yürüyen müminleri de mutlak güç ve kudretiyle, çeşitli vesilelerle korumaya ve gözetmeye muktedirdir. Nitekim Kur’an’da belirtildiği gibi, “Allah bir kimseye za-rar dokundurmak isterse o zararı hiç kimse gideremez. Birisine de fayda murad ederse, onu da hiç kimse engelleyemez.” (Bk. Yûnus, 11/107).
Bu hadisenin bir çağrışımı olarak, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisini de kulağımıza küpe etmeliyiz:
“Allah’ı (n koyduğu hükümlerini) gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki, O’nu karşında bulasın! (…) Şunu bil ki, bütün mahlûkat, sana bir fayda vermek için bir araya gelseler, Allah’ın yazdığından başka bir fayda bahşedemezler. Aynı şekilde, bütün mahlûkat, sana bir zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın takdir ettiğinden başka bir zarar veremezler.”