“Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, ‘Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar’ diye peygamber olarak gönderdik. Nûh, şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a ibadet edin. O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.’ Nûh, şöyle dedi:
‘Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.’” (Nuh, 71/1-7)
Bu ayeti kerimelerde Hz. Nûh’un, kendisinden önce gelen birçok peygamber gibi
halkının ileri gelenlerini İslam’a davet ettiği, ancak onların inanmadığı anlatılmak-tadır. Ayrıca halkın kendilerini felakete sürükleyen kimselere tabi olduklarını ifade buyurarak onların servet ve evlatlarıyla övünen kimselere tabi olmalarını Cenab-ı Hakk’a şikayet etmektedir. Ayetlerde sadece dünyevî nimet ve ikballere önem ver- menin uzun vadede mutlaka manevî değerleri yok edip toplumun temel dokusunu tahrip edeceği gerçeğine de ayrıca vurgu yapılmaktadır.
Peygamberlerin ve onların varisi olan âlimlerin görevi, üzerlerine düşen davet görevini eksiksiz yapmaktır. Nitekim Hz. Nûh’un gece gündüz demeden bütün gücüyle halkının kurtuluşu için çalıştığı, böylece sorumluluğunu yerine getirdiği bildirilmektedir. İnsanların bu daveti kabule yönelmesi ise Allah’ın hidayet etme-sine bağlıdır. Hz. Nuh’un, oğlu ve hanımının iman etmelerini sağlayamaması, Pey-gamberimizin amcası Ebu Talib’e iman ettirmede muvaffak olamaması bunun en güzel delilidir. Hidayet ve dalalet, Allah Teâlâ’nın elindedir. İmanı olmayanı veya imanının gereklerini yerine getirmeyeni Peygamber dâhil kimse kurtaramaz. Zira Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kimi ameli geri bırakırsa, nesebi onu (ahirette) öne geçirmez.” Bu nedenle halkımız arasında yaygın olan “ben hoca oğluyum, ben hacı oğluyum” gibi sözler yersiz laflardır. Peygamberimiz (s.a.s) kızı Fatıma’ya şöyle seslenmiştir:
“Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Kendini ateşten koru. Ben Allah katında sizin için hiçbir şey yapamam.”
Ayeti kerimelerde, insanlar iman ederlerse; mutlu ve huzurlu olarak yaşayıp öle-cekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatları-nın da felaketlerle son bulacağı anlatılmaktadır. İman ne kadar toplumun huzur ve esenliğinin kaynağı ise işlenen günahlar da o kadar huzur ortamının gerilemesine sebeptir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“(O) ülkelerin halkı inanıp (Allah’ın azabından) korunsalardı, elbette üzerlerine gök-ten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakala-dık.”
Hz. Nûh’un, şartlara ve kişilerin özelliklerine göre tebliğlerini açıktan veya gizli olarak sürdürdüğü bildirilmekte, böylece de irşat ve tebliğde bulunan Müslüman-ların bu farklı davet ve tebliğ metotlarını kullanabileceklerine işaret edilmektedir.
Ayrıca tebliğde muhatabı ikna ve ilzam için çeşitli deliller getirilmesi de öğre-tilmektedir. Nitekim Hz. Nûh, Allah’ın insanı aşama aşama yaratarak mükemmel bir varlık hâline getirdiğini hatırlatıp insanın O’na minnettar olması, varlığını ve birliğini tanıyıp kulluk etmek suretiyle minnet ve şükrünü göstermesi gerektiğini ifade etmiştir.