Batılıların Avicenna dedikleri ve filozofların prensi olarak da anılan İbn Sinâ Buhara yakınlarındaki Afşana’da doğmuştur. Veziri olduğu İsfahan emîri Alâüddevle’ye “Gerçek şu ki Aristo’nun İskender’e vezir olmasından sonra hiçbir hükümdâra Ebû Ali gibi bir vezir nasib olmamıştır.” dedirtecek ululukta bir mütefekkir olan İbn Sinâ’ya eş-şeyhü’r-reîs de denilir ve o, hükümdarların ele geçirmek için can attığı bir memleket gibidir. Gazneli Mahmud, sarayına gelmesi için yaptığı dâveti geri çevirmesi üzerine resmini yaptırıp çoğaltarak onu aratmıştır. Öğrenmek konusundaki hırsı göz kamaştırıcı olan filozof, el-Cübbâî ile yaptığı bir tartışmada dil konusunda yetersiz olduğu söylenince bu alanda eser telif edecek duruma gelene kadar çalışıp aynı kişiyi seneler sonraki bir tartışmada kendisinden özür dilemek durumunda bırakmıştır.
İbn Sinâ, Fârâbî okuluna müntesip en büyük İslâm filozofudur. Onun felsefe târihinde oturduğu bağlam, el-Kindî’nin kelâmdan felsefeye geçişi sağlayıcı, Fârâbî’nin terminoloji ihdâs edici ve metod kurucu rollerini tâkîben kendisinden önce hem bu mütefekkirlerin hem de dağınık durumdaki Hellenistik, Bizans ve Süryânî düşüncesinin derlenip sistemli bir şekilde işlenmesi olarak târif edilebilir; fakat o sâdece basit bir derleyici değildir.
Fârâbî gibi din ve felsefî düşünceyi uzlaştırmış olmakla birlikte bütün fikrî mesâisini böyle tanımlamak doğru olmaz; zîra yine de İbn Sinâ doğru-yanlış gibi “olgu yargıları” ve iyi – kötü gibi “değer yargıları”nı birbirinden ayırmak ve metafiziği bunların arasında köprü kılmak sûretiyle bir ayrımı da gözetmiştir.
Bilgi nazariyesi, mantık, tabiat felsefesi, matematik, ahlâk ve din felsefesi alanlarında çalışan büyük filozof, bâzı tefsir çalışmaları da yaparak felsefî tefsirin ilk örneklerini de ortaya koymuştur; fakat onun asıl büyüleyici faaliyeti tıp alanında parlayan hâzık çalışmalarında görülür. Bu alanda kırk civârında eser kaleme alan İbn Sinâ’nın el-Kânûn fi’t-tıb adlı kitabı 12. asırda Lâtinceye çevrilmiş ve 13. asırdan îtibâren Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak kullanılmaya başlanarak etkileri 17. asra kadar sürmüştür. Öyle ki kendisinden bir asır sonra yazan Nizâmî-i Arûzî “Eğer Hipokrat(es) ve Galen(os) sağ olsalardı bu eserin önünde secde etmeleri gerekirdi.” demiştir.
el-Kânûn adlı kitabı hem kendi çağının tıp konusunda zirvesine oturmuş hem de sonraki çağların tıp öğretimi ve araştırmaları için sarsılmaz bir otorite olmuştur. Bu kitapta hastalıkların, tanım, teşhis ve tedâvisinde ufuk açıcı bir başarı elde eden İbn Sinâ, eserin yaklaşık 800 ilâcı içeren eczâ bilgisiyle de muazzam bir iş çıkarmıştır.
Mûsikî nazariyâtı ve terimleri konusunda da katkıları olan büyük filozof armoni ve ritim konularını da ilmî bir surette işlemiştir. Kendisinden geriye 276 eser kalmış ve çağlar boyu süren etkisiyle evrensel medeniyetin en parlak zekâlarından biri olarak öne çıkmıştır. Aristo mantığı, Batlamyus astronomisi, Galen tıbbı ve Öklid geometrisinden beslenerek sistemleştirdiği düşünceleri Doğu ve Batı’da derin izler bırakmıştır. Öyle ki bazı Batılı düşünürlere göre İbn Sinâ ve İbn Rüşd hesaba katılmadan bir Hıristiyan ilâhiyat târihi yazmak bile mümkün değildir.
Göktürk Ömer Çakır