1942’den beri Galata Mevlevîhânesi hazîresinde medfun olan ve yaşadığı devirde Basmacı lakabıyla tanınıp Tercüman İbrâhim Efendi olarak anılmış ve târihlerimizde yaygın olan unvânı, dergâh-ı âlî müteferrikalığı vazifesinden gelen, Türk matbaasının kurucusu. Günümüzde Romanya’nın Cluj şehri olan, Erdel’in Koloszvar şehrinde dünyaya geldi. Macaristan’da matbaacılık alanında çalışmalarıyla bilinen teslîs karşıtı Unitarius mezhebine mensup bir ilâhiyat öğrencisi iken Katolik Avusturyalıların baskısı karşısında bir hâmi olarak görülen Türklerin dinine diğer Unitarianlarla topluca geçmiş ve Avusturya karşıtı Tökeli İmre’nin isyânı sırasında Türk ordusuna sığınmış olması ihtimâli yüksektir. E. Afyoncu, hakkında yazdığı ve arşiv kaynaklarından belgelerle yeni bilgilere ulaştığı İslâm Ansiklopedisi maddesinde henüz Osmanlı hizmetine girmeden önce de devletin muhâberat ve tercümanlık işlerinde çalışmış olabileceğini kaydetmiştir.
Ulaşılan yeni bilgiler arasında kendisinin 18 Nisan 1716’dan önce kapıkulu süvârilerinin bir bölüğünden maaş aldığı bilgisi yer almaktadır. 1716’da Avusturya seferinde görev yapan İbrahim, bu esnâda Osmanlı’ya sığınan Macarların yanında görevlendirilmiş, bir yıl sonra da Osmanlı ülkesine dâvet edilen, Macar bağımsızlık hareketlerinin önemli isimlerinden (II.) Ferenc Rákóczy’nin yanına tercüman ve mihmandar olarak verilmiştir. Onun ölümünden sonra Türkiye’de kalan diğer Macar soylularının da hizmetinde bulunmuştur. İbrâhim’in çeşitli diplomatik görevlerde bulunarak ülke dışına çıktığı, Orşova Kalesi’nin vire ile Osmanlı’ya teslîm edilmesi için yapılan görüşmeleri yürüttüğü bilinmektedir. 1738’de Dîvân-ı Hümâyûn’da hâcegân zümresine dâhil olan İbrâhim 1743’te yine bir görevle Dağıstan’a gönderilmiş, dönüşte kısa müddet uhdesinde kalacak Dîvân-ı Hümâyûn târihçiliği vazifesine atanıp bu sırada Yalova’da bir kâğıt fabrikası kurmuştur.
Şüphesiz târihimizdeki esas şöhretini matbaacılığıyla kazanan İbrâhim 1718’de bir harita matbaası kurmak için izin almış; fakat asıl matbaa girişimi 1727 yılında gerçekleşmiştir. (III.) Ahmed’in fermânı ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvâsı ile İbrâhim’in Yavuzselim semtindeki evinde ilk Türk matbaası kurulmuştur. Böylece İstanbul’da Yahudiler tarafından 1493’te kurulan matbaadan yaklaşık 230, Gutenberg’in faaliyetinden 280 yıl kadar sonra ilk Türk matbaası açılmış olur. Matbaanın ülkemizde geç kurulmasıya ilgili pek çok spekülasyon yapılmıştır ve bunun dayandırıldığı sebeplerin başında dinî taassup gelmektedir; fakat durumu sosyal şartlarla açıklamak daha doğrudur; zîrâ İbrâhim Müteferrika’dan sonra matbaayı işletenlerin kadılık görevlerinde bulunmuş ilmiye mensupları olması, kitapların tashihini ulemadan oluşan heyetlerin gerçekleştirmesi böylesi bir taassubun mevcûdiyetini şüpheli hâle getirir. Bununla birlikte hattat ve müstensihlerin tepkisi de bir tahminden ibârettir. İstanbul dışındaki yerlerde sayısı 90.000 olarak verilen ve 6.000 kadarı başkentte yer alan hattatların muhtemel tepkisi gayrı dinî kitapların basımına izin verilmesiyle zâten çözülmüştür. Diğer yandan, R. Kurtuluş’un da belirttiği gibi, öyle olsa dahi Avrupa’nın önemli merkezlerinden olan Paris’te 6.000 müstensih ve kitap ressamının matbaayı şeytânî bir sanat olarak yaftalaması, bunun bize özgü bir sosyal tepki olmayacağını da ortaya koyar. Aynı yazar bahsedilen gecikmeyi daha ziyâde Avrupa hurûfâtının bediî olarak göze hoş gelmemesi ve Avrupa’da bile görüldüğü gibi matbu eserlere uzunca bir süre îtibâr edilmemesine benzer “estetik ve psikolojik” sâiklere bağlamaktadır. Diğer yandan İbrâhim Müteferrika’nın bastığı kitapların da memleketimizde çok alıcısının olmaması, pek çok eserin elde kalması ve baskı adetlerinin azaltılması göstermektedir ki okumaya dönük yaygın bir talep maalesef yoktu.
Kendisine âit telif ve tercümeleri de bulunan Müteferrika’nın matbaasında yirmi üç ciltten oluşan on yedi kitap toplam 12.500 adet basılmıştır. Bunların ilki, Sıhâh el-Cevherî (Tâcü’l-lûga) adlı Arapça sözlüğün (Bunun yazarı için Hezârfen Ahmed Çelebi maddesine bkz.) Vankulu Mehmed Efendi tarafından yapılan ve Kitâb-ı Lûgât-ı Vankulu olarak bilinen tercümesidir. Diğer kitaplar: Polonyalı bir Cizvit misyonerin Afganlar hakkındaki rûznâmesinin Müteferrika tarafından gerçekleştirilen ve Târîh-i Seyyâh adıyla bilinen çevirisi, Amerika’ya ve keşif târihine ilişkin ilk eser olan Târîh-i Hind-i Garbî, İbn Arabşâh’ın Timur’u yerden yere vurduğu meşhûr târihinin Târîh-i Timur-i Gürgân adlı çevirisi, Süheyl Efendi’nin 1632’de yazdığı Târîh-i Mısr-i Kadîm ve Mısr-i Cedid, Nazmizâde Hüseyin Murteza’nın yazdığı, kuruluşundan 1718’e kadarki Bağdat târihini anlatan Gülşen-i Hulefâ, Johann Babtist Holderman’ın Fransızlara Türkçeyi öğretmek için yazdığı Grammaire Turque, İbrâhim Müteferrika tarafından telif edilen bir siyâsetnâme olan Usûl el-hikem fî Nizâm el-ümem, Müteferrika’nın çevirdiği, pusula ve faydaları hakkındaki Füyûzât-ı Mıknatısiyye, Kâtip Çelebi’nin meşhûr coğrafya ve târih eseri Cihannümâ’nın Müteferrika’nın çeşitli katkı ve tensîkâtını içeren baskısı, yine Kâtip Çelebi’nin Takvîmü’t-tevârih adlı izahlı kronolojisi, Naîmâ’nın Târih-i Naîmâ olarak bilinen telifi, Râşid Mehmed Efendi’nin Târih-i Râşid’i, buna ek olarak yazılmış Çelebizâde Âsım’ın Târih-i Âsım’ı, Ahvâl-i Gazavât der Diyâr-ı Bosna adlı 16. asrın ikinci yarısında burada süren Osmanlı – Avusturya mücâdelelerine dâir bir risâle ve son olarak Şuûrî Hasan Efendi’nin iki cilt olarak tab edilen Kitâb-ı Lisân el-Acem el-müsemmâ bi-ferheng-i Şuûrî adlı Farsça –Türkçe sözlüğüdür.