“Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.” (Nûr, 24/15)
Yüce dinimiz bizim mutlu olmamızı hedefleyerek bu doğrultuda birçok düs-turlar koymuş ve birtakım değerlere önem atfetmiştir. Yüzyıllar boyu insanlığın da kabul ettiği insanı insan yapan ve büyük çoğunluğu dinlerden kaynaklanan bazı değerler vardır. Sevgi, saygı, yardımlaşma, dürüstlük, insanî hak ve hürriyetleri v.b. kavramlar insanlığın temel ahlak anlayışına şekil veren ve aynı zamanda dinden beslenen belli başlı değerlerdir.
Bu değerlerden bir tanesi olan “İftira etmemek” de insanlığın temel ahlakî ka-idelerinden bir tanesidir. Hepimizin bildiği gibi iftira; hangi türden olursa olsun, kişinin bir başka insana gerçekte olmayan bir suçu veya yapmadığı bir işi yüklemesi demektir. Toplumumuzda “kara çalmak”, “çamur atmak” gibi ifadelerle dile getirilen kötü davranış da iftiradan başka bir şey değildir. İftiraya konu olan veya yüklenmek istenen suç uydurma, asılsız ve mesnetsiz bir suç ise ya da iftiranın hedefi olan kim-se masum, günahsız ve bunun sonucunda mağdur ise, yüce Yaratıcının katında bu kişi mazlum; “müfteri” dediğimiz bu işi yapan kimse de zalim ve melundur, lanet-lenmiştir. Nitekim tarih boyunca bütün ilâhî dinlerin ve düşünce sistemlerinin ortak noktalarından birisi “iftira etmemek” üzere mensuplarına kesin uyarılarda bulun-masıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim de bu konuda ciddi uyarılarda bulunmuş, müfterilerin lanetlendiklerini ve en büyük azaba maruz kalacaklarını, “Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır” (Nûr, 24/11) ayetiyle bildirmiştir.
Eğer bir toplumda müfteriler çoğunlukta ise veya bu konuda toplumun kendi kendini denetleme yetisi yoksa o toplumda öncelikle insanların birbirine karşı olan sevgi, saygı ve güvenleri yok olacaktır. Çok önemli olan bu değerlerin yok olduğu bir toplumda sağlıklı bir cemiyet hayatının olması imkânı ise ortadan kalkacaktır. Sonuçta da, öyle toplumların meydana getirdiği bir milletin, sağlıklı ve güçlü bir bütünlük arz etmesi, milli birlik ve beraberlik sergilemesi mümkün olmayacaktır. Hangi konuda olursa olsun dinin ve genel ahlakın birlikte yasakladığı iftira etmeyi ve kara çalmayı adet edinenlere bir toplumda ne kadar az rastlanıyor ve toplum on-ların bu hareketlerini ayıplayıp cealandırarak ne kadar önleyebiliyorsa, o toplum kendini o ölçüde savunuyor ve koruyor demektir.
Ancak, acı bir gerçek olarak, her dönemde ve her toplumda müfterileri de ma-sumları da görmek mümkündür. Masumlar hep azap çekmekte ve haklılıklarını belki uzun bir zaman sonunda, ama iş işten geçtikten sonra ispat edebilmektedirler. Bu yüzden o masumların çektiği ıstırap, müfterinin aldığı ceza ile telâfi edilemeye-cek kadar büyük olmakta, sonuçta insanlığın vicdanında onmaz yaralar olarak derin izler bırakmaktadır. O sebeple içinde yaşadığımız toplumu ve mensuplarını iftiraya karşı korumak hepimiz için hem dinî ve hem insanî bir zorunluluktur.
İftiranın kötülüğü öteden beri biline gelmiş olup toplumumuzda bunun üzerine cümlelere dökülmüş birçok deyiş ve atasözlerimiz mevcuttur. “Kurunun yanında yaş da yanar.” “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.” gibi sözler de gelenek-lerimizin bugüne kadar getirdiği iftiranın kötülüğünü ve müfterinin lanetlendiğini ifade eden sözlerdir.
Bu duyarlılık dualarımıza da; “Allah kuru iftiradan saklasın”, “Allah müfterinin iftirasından saklasın” şeklinde yansımıştır.
Sonuç olarak, toplumumuzun hem dinî kaygılar hem de ahlaki endişeler sebe-biyle iftiradan korktuğu ve sakındığı da bir gerçektir. Fakat her konuda olduğu gibi bu konuda da istisna durumlarla karşılaşmamız mümkün olabilmektedir. İnsanlığın ayıbı olarak görmemiz gereken iftira dün vardı, günümüzde varlığını sürdürmekte-dir ve yarın da olacaktır.
Temennimiz, insanımızın ve toplumumuzun iftiradan korunmuş, huzurlu ve güven dolu bir hayat yaşaması ve bu türden davranışların sayılarının mümkün ol-duğunca az olmasıdır.