Sözlükte “erkek kardeş, arkadaş, yoldaş, dost, meslektaş” anlamlarına gelen “ah” kelimesinin çoğuludur. Türkçe’de daha çok “kardeşim” anlamındaki tekil kullanımı olan “ahi” kelimesi yaygınlık kazanmıştır. İslam hiçbir ayırım yapmadan kadın erkek bütün inananların birbirinin kardeşi olduğunu ilan etmiş (Âl-i İmrân 3/103; et-Tevbe 9/11; el-Hucurât 49/10; el-Haşr 59/10), Hz. Peygamber de Müslümanları din kardeşliğine bağlı kalmaya çağırmıştır (Buhârî, “Nikâh”, 45, “Mezâlim”, 3; Müslim, “Bir”, 23, 32).
Sûfîler ilk dönemlerden itibaren birbirlerine kardeş gözüyle bakmaya başlamışlar, tasavvufun giderek tarikat şeklinde kurumsal bir yapı kazanmasıyla birlikte bu durum daha da gelişmiştir. Bütün tasavvufî zümrelerde ihvan terimine veya onunla aynı anlama gelen “ah, fetâ, derviş, pirdaş” gibi kelimelere rastlanmaktadır.
Ahîlik’te ve fütüvvet ehli arasında da manevî kardeşlik bağına büyük önem verilmiş, hatta tasavvufta önemli bir yeri bulunan “uhuvvet”i hatırlatmasından dolayı da Ahiliğin kolayca yayılması ve kabul görmesi mümkün olmuştur. Fütüvvetnâmelerde Ahiliğin esasları, ahlâkî ve ticarî kuralları yazılı idi. Buna göre fütüvvet mensupları ve Ahiler arasındaki sevgi sırf Allah için olmalı; maddi çıkar, itibar veya şöhret arzusu söz konusu edilmemelidir. İhvan her zaman birbirini hayırla anmalı, karşılık beklemeden birbirlerine hizmet etmeli, kardeşinin hatalarını görmezlikten gelip ezalarına katlanmalı, ihtiyaçlarını gidermeye çalışmalı, daima saygılı, hoşgörülü davranmalı, her zaman kardeşlerini haklı kendini kusurlu bilmeli, insaflı olup insaf beklememeli, birbirlerinin sevinç ve üzüntülerini paylaşmalı ve sadakatten ayrılmamayı görev bilmelidir. Ayrıca Ahilerde bulunması gereken özellikler vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat, affedici olma ve tövbe idi. Bu kurallara uymama, şarap içme, zinan, yalan, gıybet, hile gibi davranışlar Ahilik teşkilatından ve meslekten atılmayı gerektiren sebeplerdi.
Abdürrezzak TEK
KAYNAKÇA
Hâris el-Muhâsibî, er-Ri’âye, Kahire 1970, s. 366-381; Ebu Nasr es-Serrâc, el-Luma‘, (yay. Abdülhalim Mahmud-Taha Abdülbakî Sürur), Kahire 1960, s. 234-237, 253, 273; Ebû Tâlib el-Mekkî, Ķūtü’l-ķulûb, Kahire 1961, II, 442-489; Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 433-439, 574-580, 746, 749; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb, s. 426; Gazzâlî, İhyâ’, Kahire 1939, II, 154-191; Ebü’n-Necîb esSühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, Tahran 1984, s. 188; Şehâbeddin es-Sühreverdî, ‘Avârifü’l-ma’ârif, Beyrut 1966, s. 423-442; Seyyid Sâdık-ı Gûherîn, Şerh-i Istılâhât-ı Tasavvuf, Tahran 1361, I, 115-125; Süleyman Uludağ, “İhvan”, DİA, XXI, 580; Ziya Kazıcı, “Ahîlik”, DİA, X, 540-541.